8 Eylül 2017 Cuma

Yok edici eleman Gıybet !

gıybet ile ilgili hadisler diyanet ile ilgili görsel sonucu


Matematik ilminde sıfır yok edici elemandır. Sağ tarafına ne kadar sayı yazarsanız yazın çarpınca sonuç yine sıfırdır. İşte gıybette öyle bir illettirki amelin sevabını hatta tamamını anında götürür. Ve çokta münafıkça bir günahtır. Bir münafık misali, en has daireden en ücra köşeye, en hassas ve duyarlı olan müminden, fasık bir mümine kadar hemen hemen herkesin ağzına ve ameline sirayet eder. Bu güzel hazırlanmış gıybet sohbetine 5 dakikanızı ayırmalısınız!

GIYBET’E GİRİŞ
Gıybet: Duyduğu zaman hoşlanmayacağı kusurunu onun olmadığı bir mekânda başkasına söylemektir. Halk arasında dedikodu ile tabir edilen haldir.

Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)de bir hadislerinde gıybeti şöyle tarif etmektedir. "Gıybet nedir, bilir misiniz?” Allah ve Resûlü daha iyi bilir, dediler. Peygamberimiz (s.a.v.):

قاَلَ ذِكْرُكَ أَخَاكَ بِماَ يَكْرُهُ"Gıybet, din kardeşini hoşlanmadığı bir şey ile anmandır" buyurdu. Söylenen ayıp eğer okardeşimde varsa, ne dersiniz?" diye soruldu. قَالَ إِنْ كاَنَ فِيهِ مَا تَقُولُ فَقَدِ ‏ ‏اغْتَبْتَهُ ‏ ‏وَإِنْ لَمْ يَكُنْ فِيهِ فَقَدْ ‏ ‏بَهَتَّه
"Eğer söylediğin şey onda varsa gıybet ettin;  yoksa, o zaman  ona iftira ettin demektir,"buyurdu.(Müslim Birr 70)
Yine başka bir hadisi şerifte;إِيَّاكُمْ وَالْغِيبَةَ فَإِنَّ الْغِيبَةَ أَشَدُّ مِنْ الزِّنَا، فَإِنَّ الرَّجُلَ قَدْ يَزْنِي وَيَتُوبُ فَيَتُوبُ اللّٰهُ عَلَيْهِ وَإِنَّ صَاحِبَ الْغِيبَةِ لَا يُغْفَرُ لَهُ حَتَّى يَغْفِرَ لَهُ صَاحِبُهُ 
“Gıybetten sakının! Çünkü gıybet zinadan daha şiddetlidir. Kişi zina eder, sonra tevbe ederse, Allah onun tevbesini kabul buyurur. Ancak gıybet eden, gıybet edilen affetmedikçe, mağfiret olunmaz.” (Kenzu’l-ummâl, 3/1057)
Cenab-ı Hak Hucurat-12 suresinde şöyle buyurmaktadır.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اجْتَنِبُوا كَثِيرًا مِّنَ الظَّنِّ إِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ إِثْمٌ وَلَا تَجَسَّسُوا وَلَا يَغْتَب بَّعْضُكُم بَعْضًا أَيُحِبُّ أَحَدُكُمْ أَن يَأْكُلَ لَحْمَ أَخِيهِ مَيْتًا فَكَرِهْتُمُوهُ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ تَوَّابٌ رَّحِيمٌ 
Selmân-ı Fârisî (r.a.) bir defasında Rasûlullâh (sav)’in ashâbından iki kişi ile beraberdi. Onların hizmetlerini görür ve yemeklerinden yerdi. Bir gün insanlar yürüdüğünde Selmân uyuyakalmış ve onlarla birlikte gidememişti. İki arkadaşı, onu arayıp bulamayınca çadırlarını kendileri kurarak konakladılar ve:
“–Selmân pişmiş yemeğe ve kurulmuş çadıra gelmekten başka bir şey bilmiyor.” diyerek Selmân’ı hafife aldılar ve gıyabında konuştular.
Selmân geldiğinde de onu, kendilerine katık istemek üzere Hazret-i Peygamber (sav)’e gönderdiler. Selmân, elinde bir kapla Rasûlullâh (sav)’in yanına vardı:
“–Ey Allâh’ın elçisi, şayet Sen’in yanında katık varsa kendilerine vermen için arkadaşlarım beni Sana gönderdiler.” dedi.Allâh’ın Rasûlü (sav): “–Arkadaşların katığı ne yapacaklar, onlar katıklarını yediler.” buyurdu. Selmân dönerek o ikisine Rasûlullâh (sav)’in sözlerini haber verdi. Onlar da kalkıp Allah Rasûlü’nün yanına geldiler ve:
“–Seni hak ile gönderene yemin olsun ki, konakladığımızdan beri biz herhangi bir yemek yemedik.” dediler. Rasûlullah (sav):
“–Konuşmalarınızla siz Selmân’ı (gıybet ettiğiniz için) katık olarak yediniz.” buyurdu, peşinden de: “…Hangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır?..”(Hucurât, 12) âyet-i kerimesi nâzil oldu. (Dürretül Vaizin)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اجْتَنِبُوا كَثِيرًا مِّنَ الظَّنِّ إِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ إِثْمٌ وَلَا تَجَسَّسُوا وَلَا يَغْتَب بَّعْضُكُم بَعْضًا أَيُحِبُّ أَحَدُكُمْ أَن يَأْكُلَ لَحْمَ أَخِيهِ مَيْتًا فَكَرِهْتُمُوهُ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ تَوَّابٌ رَّحِيمٌ
“Ey iman edenler! Zannın bir çoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurlarını ve mahremiyetlerini araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın. Herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz! Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah tövbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir.(Hucurat-12)

Zan, tecessüs (gizli şeylerini araştırmak) ve gıybet birbirinin tetikleyicisidir.
Sehl ibn-i Abdullah Tüsterî (k.s.) hazretlerinden:
Gıybetten kurtulmak isteyen, nefsine zan kapısını kapatsın. Çünkü; Zandan kurtulan tecessüsten,
Tecessüsten kurtulan gıybetten, Gıybetten kurtulan günahtan, Günahtan kurtulan bühtandan berî olur.

►Gıybet toplumun huzur ve güvenin duygusunu zedeleyen bir unsurdur. Birbirine güvenmeyen fertlerin meydana getirdiği toplumda da asla huzur ve güven olmaz.Kıssa:Bir gün Hasan-ı Basri Hz.lerine: “Ya imam sen diyorsun ki ashab-ı kiram zamanında Medine’de gıybet yapıldığı zaman Medine’nin sokakları kokardı. Biz de şimdi gıybet ediyoruz fakat hiçbir yer kokmuyor” denildiği zaman “Bir insan derici dükkânına girdiğinde burnu oranın kokusuna dayanamaz. Belli bir süre geçtikten sonra artık alışır ve deri dükkânındaki kerih kokulardan hiçbir şey duymaz hale gelir. İşte sizler de gıybet etmeye o kadar alışmışsınız ki artık her tarafı çepeçevre saran pis kokuları duymaz hale gelmişsiniz”.

►Bir insanı arkasından çekiştirdiğimiz zaman, kendisi yanımızda olmadığından dolayı kendisini savunamaz. Nasıl ki bir ölü kendini savunamazsa yanımızda olmayan bir insanda kendini öyle savunamaz. (Cevap Hakkı.)
GIYBETİN CEZASI

►Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu. Gıybet etmeyin! Zira gıybette 3 afet vardır.
-1- Yaptığı hayır ve hasenat kabul edilmez.
Peygamberimiz (s.a.v.) der ki: 
“Ateşin kuru odunu yakması, insanın sevaplarını yok etmekte gıybetten daha hızlı değildir.” yangın yok edicidir. (Bir gecekonduyu alevler sarmış, demir parmaklıklı pencere ile alevlerin kuşattığı kapı arasında sıkışan zavallı bir anne ve iki masum yavrusu, tüm servetleri olan evlerinin içerisinde yanıp kül olmuştu.1 mart 2002)
Kıyamet günü defterini eline alan kul, sayfaları bomboş görünce başlar feryada.
“Hani Ya Rabbi, benim kıldığım namazlar, yaptığım ibadetler, tuttuğum oruçlar, verdiğim sadakalar, hiç biri yazılmamış.” O zaman Cenab-ı Hak şöyle cevap verir. “ İşlediğiniz bütün amelleri yazmıştım, fakat siz onları muhafaza edemediniz. O amelleri dedikodu yaptığınız insanlara kaptırdınız. Gidip gıybetini yaptığınız kardeşlerinizin defterlerine bakın. Onların defterlerinde bulacaksınız.
►Kıyamet günü amel defteri eline verilen kul orada  işlememiş olduğu iyiliklerin yazılı olduğunu görünce  “Ya Rabii, bu iyilikler bana nereden geldi?”der. Allah (cc) da “ O iyilikler  senden habersiz olarak senin gıybetini yapanlardan geldi.” der. 
(Gıybet yapılacaksa buna en layık anne babadır. Düşmanına bir de gıybet yaparak iyilik yapma.)
Kıssa: 
Hasan Basri Hazretleri Bir gün kendisine birisi gelip ben yemekte falanın evinde idim, yemek yerken ev sahibi seni çekiştirdi demişti. Hazret de kendisine “sana o şahıs ne ikram etti?” diye sorup, laf getiren kişi, “şu yemekleri ve şu meşrubatları ikram etti” deyince Hasan Basri “O kadar şeyi midende sakladın da benim hakkımda söylediği sözleri saklayamadın mı?” diye cevap vermiş ve daha sonra bir kap hurma hazırlayarak “Bunu beni çekiştiren kimseye ver ve daha sonra ona şunu söyle: Duydum ki sevabının bir kısmını benim defterime geçirmek istemişsin, teşekkür ederim. Bunun karşılığı olarak ben de sana bu hurmayı gönderiyorum fakat benim hediyem seninkinin ayarında değil” diyerek hem gıybet edene hem de söz getiren kişiye ibretli bir ders vermiştir.
2- Üzerine günahlar birikir.
3- Dualar asla kabul edilmez. 

Kıssa: 
Hazreti Musa (a.s.) kavmi ile yağmur duasına çıkmıştı. Üç gün yalvarıp yakardıkları halde yağmur yağmadı, bu duruma çok üzülen Hazreti Musa: “Ya Rabbi, Hikmetin nedir ki, üç gündür çoluk çocuk, genç ihtiyar ellerimizi açtık dualar ediyoruz, kabul etmiyorsun?” diye sorması üzerine Cenab -ı Hak cevaben şöyle buyurdu:
- “Duanızı kabul etmem. Çünkü içinizde işi gücü dedikodu olan, daima kardeşlerinin etini yiyen bir gıybetçi var. Hazreti Musa (a.s.) tekrar yalvardı:
“Ya Rabbi, o adamın kim olduğunu bildir de onu hemen içimizden kovalım.” Fakat bu sefer Musa (a.s.) şöyle cevap aldı:
- “Ya Musa, bana da mı gıybet ettirmek istiyorsun?”

►Başka bir hadisi Şerifte şöyle buyrulur. “Aziz ve Celil olan Rabbim beni Miraca çıkardığında, demirden tırnaklarla yüzlerini ve gözlerini tırmalayan bir topluluğa rastladım. Cebrail’e dedim ki: ‘Bunlar kimlerdir?’ Şöyle dedi: ‘Bunlar gıybet ederek insanların etlerini yiyen ve onların şereflerine dil uzatanlardır.’ 
(Müsned, 3:224)
"Gıybet edeni Allahü Teâlâ on şeyle cezalandırır:
1.Rahmetinden uzak eder.(Ahirette biz amellerimizle değil rahmeti ilahi ile cennete gireceğiz.)2.Meleklerden uzak eder.
3.Taatini, iyiliklerini yok eder
.(Kabir âlemine amellerimizle gideceğiz.)
4.Resülullah'ın ruhunu ondan çevirir. 
(Şefaati uzamaya nail olamaz.)5.Allahü Teâlâ ona gadab eder.(Allah mümin kulunun kalbine 360 defa rahmet nazarı ile bakar. Gıybet yaparsa gadaba döner.) 6.Ruhu teslim olurken, onu baş aşağı eder. 7.Kabir azabı şiddetli olur. (Kabir azabı 3 şeyden olur. Gıybet-kovuculuk-bevil) 8-Ölüm zamanında amellerini sevapsız bırakır. 9.Cehenneme yakın eder. 10.Cennetten uzak eder. (Cehennemden en son çıkan, gıybetten tövbe edendir. Cehenneme ilk giren, gıybetten tövbe etmeden ölendir. R. Nasihin) (Dürretül vaizin)

GIYBETİN ÇEŞİTLERİ:


Bedene Gıybet: Bedeninde olan herhangi bir eksikliğini tahkir kasdıyla söylemek. Âma, şaşı, şişko, yüzü sivilceli, kısa, kel, siyah renkli, sarı renkli gibi.
Kıssa: Hz. Aişe Peygamberimiz s.a.v.’ e bir mesele danışmak için gelen kadına, ne kadar uzun etekli bir kadın dedim. Rasülüllah tükür dedi, bir de tükürdüm ki et parçası. 
(İbn Ebî Dünya- Dürretül vaizin)
Soyuna Gıybet: Babası işçidir, kötüdür, cimridir, annesi çamaşırcılık yapardı, dedesi eşkıyaymış gibi.
Ahlaka gıybet: Huyu kötü, gösterişli, kibirli, sinirli, aciz, korkak, dayanıksız, ayakta zor duruyor, çabuk öfkelenir gibi..
Dinine gıybet: Hırsız, yalancı, kumarcı, zalim, namazını güzel kılmaz, emanete ihanet eder, zekâtında tembel, orucunu tutmaz gibi.
Dünyevi huyuna gıybet: Edepsiz, terbiyesiz, hain, uykucu, çok yer, çok konuşur gibi..
Giyinişine gıybet: Geniş, dar, uzun kıyafet giyer, ayakkabısını 500 liraya almış, bu paraya yazıktır gibi.

GIYBETİN TÜRLERİ


Her ne kadar gıybet genellikle sözlerle yapılıyorsa da aynı maksadı ima, işaret, hareket, yazı ve benzeri şeylerle de gerçekleştirmek mümkündür. Nevevi diyor ki: " Hatta bir kimsenin yürüyüşünü taklid etmek de gıybettir."
Alenî sade gıybet: Bir kişinin gıyabında ondan hoşlanmayacağı şekilde, hakkında doğru olan birşeyi söylemek, alenî gıybetin ta kendisidir.
İftiralı gıybet: Peygamber (a.s.m.) devam eder: “Eğer söylediğin onda varsa gıybetini yapmış oldun; eğer yoksa bir de iftirada bulundun.” İftira, kusurların en çirkinidir. Eğer gıybet ederken kullandığımız bilgi bizzat kendi gözlemimize ait değilse, başkasından duymuşsak, dilden dile kesinlikle değişime uğramıştır ve tam olarak doğru değildir.Başkasından-veya dostlarımızdan-duyduğumuz bilgiyi aktardığımızda, sözlerimizin gıybeti aşarak iftiralı gıybete dönüşme ihtimali çok yüksektir.
Gizli gıybet: Çoğu zaman yaptığımız, kalbimizden geçirmek, yani zannetmek suretiyle gıybete girmektir. Gıybetin ne kadar kötü olduğunun vurgulandığı âyette, Kur’ân şöyle der: “Ey iman edenler, zandan çok kaçının; çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın.” Bütün zanlar ve tahminler değil; ama kimi zanlar, gıybet hâlini almaktan kendini kurtaramaz. İmam-ı Gazalî, bunu ‘kalp ile gıybet’ şeklinde tanımlamış; ‘bir kimsenin ayıbını insanın kendi kendine söylemesini’ bile reddetmiş; kalp ile gıybeti, ‘gözü ile kötü bir şeyi görmeden, kulağı ile duymadan, bir kimseye suizanda bulunmak’ şeklinde tarif etmiştir.( Kimya-yı Saadet)
Değerli bir insan bize şunu anlatmıştır: Orta Doğu Teknik Üniversitesi fizik bölümünü kazanmış; bölüme kayıt kuyruğunda yanındaki kişiyle konuşurken, onun dokuz yıldır okulu bitiremediğini öğrenmiştir. İçinden, “Vay dangalak, bir okul dokuz yılda bitirilemez mi?” diye geçirmiş ve kendisi de o okuldan ancak dokuz yılda mezun olabilmiştir. Başımıza gelenlere bakalım; orada açık veya gizli gıybetleri yapılmış insanların haklarının iadesini görebilecek miyiz?
Münafıkâne/ikiyüzlü gıybet: Gıybetin en utanç verici biçimidir ki, İmam Gazalî buna ‘münafıkâne gıybet’ demiştir. Gıybeti yapan şöyle der: “Allah affetsin, o da bizim gibi bazen karıştırıyor,” “İnşaallah düzelir, daha iyi olur.” Bu gibi sözlerle görünürde hakkında konuştuğu kişiyi sevdiğini, iyiliğini dilediğini demeye çalışmakta; ama gizliden gizliye de o kişinin bozulmuş olduğunu, yanlışlar yaptığını ima etmektedir. Dinleyenin ikiyüzlülüğü de şu şekildedir: “Boş ver gitsin, gıybet oluyor.” Bunlara benzer sözleri söylerken, aslında gıybeti gerçekten engellemek istemiyor; görünürde aksini savunsa da, içten içe o kişi hakkında gıybet yapılmasından hoşlanıyor.
Söz taşımalı gıybet: İnsanların sözlerini muhataplarına ara bozmaya yol açacak şekilde taşımak biçimindeki gıybettir. Şöyle der Peygamber(a.s.m.): “(Arabozucu) söz taşıyan cennete giremeyecektir.”( Buhari, Edeb, 50) Kur’ân bizi uyarır: “Ey inananlar, eğer bir fasık size bir haber getirirse onu araştırın. Yoksa bilmeyerek bir kavme sataşırsınız da yaptığınıza pişman olursunuz.” (Hucurat)
Kitlesel gıybet: Yukarıda ayrımlaştırılan gıybet türleri tek tek bireyler hakkında olabileceği gibi kitleler ve insan toplulukları hakkında da olabilir. Bir topluluk hakkında gıybette bulunanın kurtulabilmesi için o topluluğun tümünden affedilme dilemesi gerekir. Kitlesel gıybet, bir insanın irtikap edebileceği, altından kalkılması en zor, en acınası, en dehşetli gıybettir. Yukarda geçen âyetin “...Yoksa bilmeyerek bir kavme sataşırsınız...”(49-6) şeklindeki bölümü, ‘bir kavme sataşma’ terimiyle suçun kitlesellik tehlikesine vurgu yapmaktadır.
Paylaşımlı/ortaklaşa gıybet: Gıybeti yapan, sadece onu söyleyen veya ima eden değil, aynı zamanda rıza ile dinleyendir veya yapmasa da yapılmasından hoşlanandır. Cinayeti izlerken gücü yettiğince karşı koymayan da katil sayıldığı gibi, yanında gıybet yapıldığı halde müdahale etmeyen de tam olarak o gıybetin ortağı olacaktır. Gıybet bu yönüyle-gizli biçimi hariç-ancak birden fazla kişinin ortaklaşa irtikap edebileceği fuhuş gibidir.

GIYBET SAYILMAYAN HUSUSLAR


Dini korumak için bid’at ehlinin gıybeti: Bozuk fikirleriyle müslümanların imanıyla oynayan kimselerin teşhir edilmesi gıybet olmaz. Zira Hz. Peygamber’in hadislerini reddeden, Sahabe-i Kiram efendilerimiz hakkında ileri geri konuşan, beş vakit namazı iki-üç vakte indiren, tesettürü inkâr eden… kimselerin bozuk inanç ve propagandalarından müminleri korumak farzdır. Fakat böyle bir endişe yoksa, kendilerinden başka kimseye zarar vermiyorlarsa teşhir etmeye gerek yoktur.
Aleni olarak işlenen günahlara karşı: 
Hiç utanıp sıkılmadan ve gizleme ihtiyacı da duymadan aleni olarak içki içen, kumar oynayan, zina edip marifetmiş gibi sağda solda anlatan kimselerin gıybeti de caizdir. Ancak bunların gizledikleri başka günahlar varsa, onları teşhir etmek yine gıybet olur.
Zulme engel olmak için: 
Yukarıdaki hadiste de belirtildiği gibi, insanların hakkını gasp eden ve onlara eziyet eden her seviyedeki idarecilerin aleyhinde olmak ve meşru yollarla zulümlerine engel olmak caiz ve hatta vazifedir.
Bir hakkı savunmak için: 
Haksızlığı giderme imkânına sahip kişilere gidip, uğradığı haksızlığı yalan ve iftiraya yer vermeden anlatmak gıybet değildir. Fakat ilgisiz kişilerin yanında söylemek tehlikelidir. Ayrıca alakasız konuları anlatmak, mesela şikâyet edilenin ailesinin konuyla hiçbir ilgisi yokken onları da katmak gıybet olur. 
Sorumluluk verilecek bir kişiyi soruştururken: 
Borç alıp verirken, evlenirken, ortaklık kurarken, kefil olurken, işe alırken, hizmette birine önemli bir sorumluluk verirken, bir şey alıp satarken… ilgili şahıslar hakkında soruşturma yapmak, onları tanıyanlardan iyi ve kötü taraflarını öğrenmek gıybet değildir. Fakat burada gereğinden fazlasını söylemek gıybete girer. Mesela: “O kızı alma, sana yaramaz.” demekle vazgeçecekse, fazlasını söylemek doğru değildir. Vazgeçmeyecekse bildiklerini yalan ve iftiraya girmeden anlatmak gerekir.

Fetva almak için: 
Alime gidip “Kocam şunu yapıyor, caiz mi?” gibi İslâm’ın hükümlerini öğrenmek niyetiyle soru sormak da gıybet olmaz.
Şahitlik için: 
Mahkemede mağdurun hakkını korumak ve adaletin tecellisini sağlamak için suçlu hakkında bildiklerini anlatmak gibi.
Birini, bilinen lakabıyla anmak: 
Bir adam mesela “Kara Ali”, “Topal Musa” gibi lakaplarla meşhur olmuş ve herkes onu ancak bu lakapla tanıyorsa, böyle söylemek gıybet olmaz. Ancak tanınabileceği daha uygun bir isim varsa onu söylemek daha uygun olur.

GIYBET DİNLEYEN NEYAPMALI?


Sevgili Peygamberin(s.a.v.) “Kim ki yanında Müslüman kardeşinin gıybeti yapıldığı halde, gücü yeterken kardeşine yardım etmezse, Allah onu dünya ve ahirette zelil kılar”(Camiussağir) şeklindeki sözü, gıybeti dinleyenin sorumluluğuna işaret eder. Engel olmazsak, bizimle konuşurken gıybet yapanla suç ortağıyız. Çünkü gıybetin devam edebilmesi, bizim en azından dinliyor görüntüsü verebilmemize bağlıdır.
“Hayır, bu söylediğiniz doğru değil” dememiz yetmiyor. “Sözleriniz gıybettir, haramdır, yasaktır, arkadaşımızın şerefine zarar veriyorsunuz. Onun şerefi bizim şerefimiz kadar azizdir” diyebilmeliyiz. Susturmanın bize zararı büyük olacaksa, ‘rahatsızlığımızı hissettirmek şartıyla’ oradan hemen uzaklaşmalıyız. Dahası, gıybeti dinlediğimiz için Allah’tan af dilemeli, gıybeti yapılan kişiye dua etmeli, ve duyduklarımızın etkisinde kalarak suizan etmemeye özen göstermeliyiz. Uyarıp düzeltemediğimiz gıybetçiden, elimizden geldiğince uzaklaşmalıyız.
“Bir  kimse, bir yerde gıybet edilmesine mâni olursa, Cenâb-ı Hakk, ondan yetmiş türlü âfet ve belâyı uzaklaştırır.” (Ebu Hureyre r.a.)

GIYBET EDEN NE YAPMALI?


Eğer yaşıyor(lar)sa, helalleşmenin bir yolunu aramalıyız. Biliyoruz ki, şehit bile olsak, kul hakkını ödemek zorundayız. Eğer vefat edenin gıybeti yapılmışsa, helallik dilemek ne yazık ki imkânsız. O zaman onun için ömür boyu dua etmekten, onun adına iyilik yapmaktan başka çare kalamaz.
Bugünden başlayarak, gıybetlerini bilmeden yapabileceğimiz ihtimaliyle, tüm tanıdığımız insanlarla ilk karşılaşmamızda mutlaka helalleşmeli, hatta helalleşmeyi periyodik bir alışkanlık hâline getirmeliyiz. Aksi halde burada birkaç günde tamamlayabileceğimiz helalleşme faslını ihmal etmemiz, haşir meydanında binlerce yıl beklememize mal olabilir.
Gıybetini yaptığımız kişilere ismen dua etmeli, onların affı ve tüm hayatlarının rahmetle ve ihsanla kuşatılması için, ısrarlı ve vazgeçmeden gizli dualarda bulunmalıyız.
Şeyh Ali El-Havvas (k.s.) der ki:
"Bir kimse sevaplarım çok diye bağışlanacağını umarak gıybet yapmasın. Olabilir ki gıybetini yaptığı kimseye bütün sevaplarını verir ama gıybeti yapılan kimseyi yine de razı ve ikna edemez. "

GIYBET EDİLEN NE YAPMALI?


Şayet ‘size’ gıybet yapana küfür, hakaret ve aşağılama savurarak kendinizi savunursanız, gıybetlerinin bedelini büyük ölçüde dünyada almış olursunuz. Ancak, bunun yerine şahsınızı savunmaya girmeyip, gıybetle mücadele eder de gıybetçinin bu hasletten kurtulmasına uğraşırsanız, büyük mükafatları hak edersiniz. 

GIYBETİN KEFFARETİ


Gıybet eden kişi her şeyden önce kalben derin bir üzüntü duymalı ve pişman olup tevbe etmelidir. Bu suretle Allah katındaki sorumluluktan kurtulabilir. Ancak asıl kul hakkı geride durmaktadır. Onun için de hak sahibi kişilere ulaşmaya çalışmalı, gıybet, iftira, yalan isnadı, her ne yaptıysa her şeyi açık seçik anlatmalı, gerekirse yalvarmalı, gıybetini ettiği kişinin gönlünü hoş edip helalliğini almaya gayret etmelidir. Eğer gıybet edilen kimseye ulaşmamışsa istiğfarın kafi olduğunu söyleyen Allah dostları da vardır.
Şayet hak sahipleri ölmüş veya yerleri belli değilse, onlar için: “Ya Rabbi beni de, gıybetini ettiğim kişileri de affet!” diye dua ve istiğfar etmeli, hayır hasenat yapmalı, daha önce yerdiği bu kimseleri gıyaplarında övmelidir.

gıybetle savaş

Beyazıdı Besdami Hz.leri: İbadet 10 kısımdır. 9 u susmak ve diline sahip olmaktır buyuruyor.
Bütün bu malumatlardan da anlaşılacağı üzre, dil emanetini korumanın sanıldığı kadar kolay olmayacağını anlıyoruz. Gıybet yapmamalıyız demiyorum, gıybetle savaşmalıyız. Hayatımızı bir üniversiteye dönüştürmeli, gıybetin inanılmaz inceliklerini kavrayabilecek akıl ve vicdan keskinliğine kavuşabilmek için, öğrendiklerimizi tüm iletişimlerimize uyarlamalıyız. Birisinden gıyabında söz edeceğimizde, aklımızdan geçen cümle ağzımızdan çıkmadan önce kendimizi onun yerine koymalı, onu hissetmeli ve rencide olacağını hissettiğimiz anda susmayı tercih etmeliyiz. En iyisi, çok az konuşmalıyız. Bu savaş ilk başladığında, eroin krizine tutulmuş gibi, sözlerin ortasında uyanır, konuşamama krizine yakalanabiliriz.. Gıybete savaş açtığınızda, yaptığınızın büyüklüğü nedeniyle ilâhî rahmetin şefkati kalbinize öylesine yayılıyor ki, “Ben bu vakte kadar nerelerdeydim?” diyorsunuz. Gıybet esaretinden bir kere kurtuldunuz mu, özgürlüğünüzün ruhunuza yaşatacağı coşkuya paha biçemeyeceksiniz.

Muhaddislerin hayran olduğu Hadis-i Şerif


gaflet nedir ile ilgili görsel sonucu
Peygamberimiz s.a.v. 'in, çarşı ve pazarda dolaşırken, ehli gafletin zulmaniyetinin sirayet etmesine karşı tavsiye ettiği dua ve faziletine karşı hadis alimleri  hayran kalmışlardır.

Çarşı ve pazarlarda gezinirken Allah Teâlâ'yı zikreden kişilerin, bunu yapmayanlara karşı bir üstünlükleri vardır. İnsanların çoğunun gaflette bulunduğu ve alışveriş ile meşgul olduğu çarşı ve pazarlarda Rabb'ini zikretmeye önem vermelidir. Peygamberimiz s.a.v. bunun önemine işaret ederek şöyle buyurmuştur:
"Kim çarşıya girince 'Lâ ilâhe illailahüvahdehu lâ şerike leh, lehü'l-mülkü ve lehü'l-hamdüyuhyî ve yümitü ve hüve hayyün lâ yemûtübi-yedihi'l-hayr ve hüve alâ külli şeyin kadir'
duasını okursa Allah ona bir milyon sevap yazar, onun bir milyon günahını affeder ve mertebesini bir milyon derece yüceltir."[1] Diğer bir hadiste şöyle buyrulmuştur:
"Gafillerin arasında Allah'ı zikreden kişi, savaştan kaçanlar arasında sebat edip savaşan kimse gibidir."[2]
Bunun için Muhammed b. Vâsi (r.a) ve Ibn Ömer (r.a), sırf yüce Allah'ı zikrederek bu fazileti elde etmek için pazar yerlerine girerlerdi.
Hasan-ı Basrî (k.s), çarşı pazarlarda Allah'ı zikredenler hakkında şöyle der: "Onlar kıyamet günü, yüzlerinde dolunayın parlaklığı gibi bir aydınlık ile ve güneş gibi bir güzellik içinde gelirler. Çarşı ve pazarlarda istiğfarda bulunan kimselerin, orada bulunanların sayısınca günahları affedilir."[3]

Batuhan Alkan/ incemeseleler.com

Gaflet risalesi

İlgili resim


Maddi ve manevi bütün hayatımızı örümcek ağı gibi saran, en diri gönüllere bile kezzap gibi bulaşan ve aslında en tehlikeli felaket olan gaflet'i ve korunma noktasındaki ince ayrıntıları mutlaka öğrenmeliyiz.
GAFLET RİSALESİ

Fıtrat-ı İslam üzere doğup, berrak bir kalp ve zihinle dünyaya merhaba diyen bir insanın, bu âleme niçin geldiğinden bîhaber bir şekilde, hayatını tamamen nefsinin programladığı şekilde idame ettirmesi çok derin bir gafletin neticesidir. Buna gaflet-i mutlaka denir.
Gafletin sirayet ettiği ikinci grup bir insan var ki; az çok, yaratılış gayesinin farkında ve ibadetli bir hayata devam ediyor ama gaflet hastalığı kalbinde bir kanser virüsü gibi yer ettiği için, bu niyetinde sebat edemiyor. Tüm ibadet hayatı eziyetle geçiyor. Ne Yaradan’ı memnun ediyor, ne de kendisi memnun kalıyor?
Namaz kılamıyorum, kılsam da düzen tutturamıyorum. Sabah namazlarını sürekli uykuda karşılıyorum. Sâir ibadetleri yapasım gelmiyor, yapsam da lezzet alamıyorum. Aylardır Kuran-ı Kerim okumadım, okumak içimden gelmiyor. Haramlara düşünce sonrasında üzülüyorum ama bir türlü uzaklaşamıyorum? Evrad-ü ezkârımdan feyz alamıyorum vb. şeklindeki kaygılı ifadeler, gâfil kişinin hayatının çaresiz sorgularını teşkil ediyor.
O halde bu hastalığı önce tanıyıp, günah terazisindeki ağırlığını da tartarak, meselenin ciddiyetini anladıktan sonra da, reçetedeki ilaçlarını öğrenip tedavisini uygulamaya giden bu süreci arzu ifadeye çalışalım.
Gaflet: Cenab-ı Hakk'a itaat ve ibadeti, hakikaten ya da ruhen terk edip, mâlâyanî şeylerle meşgul olmak, nefsine ve hevasına tâbi olmak suretiyle Allah’ı ve ahireti unutmak anlamına gelir.
Kişi gafleti sebebiyle Allah’ı unuttuğu zaman, Allah’ında kendisini unutacağını Kur’an-ı Kerim şöyle ifade eder.وَلَا تَكُونُوا كَالَّذٖينَ نَسُوا اللّٰهَ فَاَنْسٰیهُمْ اَنْفُسَهُمْ اُولٰئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ
“Allah’ı unutmuş, Allah’ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın! Onlar, fasık kimselerdir.” (Haşr-19)
Cenab-ı Hak manevi bir sarhoşluk neticesinde emir ve yasaklarını unutarak nefsinin esiri olmuş kimselere misliyle muamele ediyor ve o kişiyi unutuyor? İşte bu, en büyük tehdittir! Aslında bu, bir anlamda insanın şah damarının kesilmesinden farksızdır. İnsanın Allah (c.c.) tarafından yok farz edilmesi nasıl bir şey olurdu, bunu düşünmek dahî ürperticidir? Cenab-ı Hakkın rahmetinin, bereketinin, mağfiretinin ve yardımının olmadığı bir hayat, insanı esfeli safiline kadar götürür.
Gaflet nasıl oluşur?
Evlerde zulmaniyet levhası televizyon, asrımızın nemrutu internet, ve şeytanlaşmış insanların cirit attığı sosyal çevrenin etkisiyle ve şehvet, kibir, gurur, hırs, cimrilik, hased, israf ve öfke gibi fıtrî temâyüller ile kısacası mâlâyanî ile meşgul oldukça kişi Allahtan uzaklaşır. Peygamberimiz (s.a.v.) bu meyanda şöyle buyurmaktadır. Kulun Allahtan uzaklaştığına alamet, mâlâyanî ile meşgul olmasıdır.”
İşte kişi, mâlâyanî ile iştigal neticesinde günahı kolay işlemeye alışır. Günaha dalma kronikleşir. Her günah kalbinde siyah bir nokta oluşturur ve bu birikim neticesinde kalp katılaşır. Cenab-ı Hak, Kur’an-ı Mübininde, kalpleri bu şekilde katılaşmış olanlara yazıklar olsun! Buyurmaktadır. (فَوَيْلٌ لِلْقَاسِيَةِ قُلُوبُهُمْ)
Katılaşan kalp günah ağıyla perdelenir, kararır ve hak ile batılı ayıran basiret nuru, perdeler ardında kalır. Basiret nuru söndüğü içinde zihin uyuşur ve akıl örtülür. Neticesinde de kişi kalp ve ruh hafızasını yitirir. Böylece kalbin, ruhun, aklın irade ve otoritesi nefsin eline geçer. Sonrasında nefis ve şeytan ortalıkta cirit atmaya başlar ve kişiyi oyuncağı haline getirir. Programlanmış bir bilgisayar yazılımı gibi isteklerini kalp üzerinde tıkır tıkır işletirler.

Bir hükümdarın her şeyi unutarak pis sokaklara düştüğünü hayal edin. Üstü başı perişan, bir kuru ekmekle açlığını bastırmak için, insanlara el açıp yalvarıyor. Ayaklar altına alınıp alay ediliyor ve hakarete uğruyor. Bir zamanlar o ülkenin hükümdarı olduğundan bi haber şekilde ortalıkta rezilce dolaşıyor.
İşte kalp ve ruh da beden ülkesinin hükümdarıdır. Eşref-i mahlukat olarak yaratılan, Cenab-ı Hakkın kainattaki halifesi olan insan, gafleti sebebiyle, “Ben kainatta hiçbir yere sığmam, ancak Mümin kulumun kalbine sığarım.” Buyurduğu bu paha biçilmez kalp hazinesini uyuşukluğu ile heder ve zayi etmiş olur.
Bu uyuşukluk ve şuursuzluk içinde insan kendisini kuşatan ve bekleyen gerçeklerin farkına varamaz.
Bu nedenle gaflet halindeki insanlar görebilme, duyabilme gibi duyulara sahip olmalarına rağmen, gördüklerini ve duyduklarını değerlendirme, muhakeme etme yeteneğini kaybetmişlerdir. Tıpkı emekleyen bebekler gibi, bir uçurumun yanındayken bile tehlikeyi sezemediğinden oradan aşağı emeklemeye devam edebilir.
İşte; bakmak ama görememek, duymak ama anlayamamak, bilmek ama şuuruna varmamak, öğrenmek ama künhüne vakıf olamamak kavramlarıyla vasıflanmış bu kişileri Cenab-ı Hak Kur’anı Kerimde şöyle ifade eder.
وَلَقَدْ ذَرَاْنَا لِجَهَنَّمَ كَثٖيرًا مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ لَهُمْ قُلُوبٌ لَا يَفْقَهُونَ بِهَا وَلَهُمْ اَعْيُنٌ لَا يُبْصِرُونَ بِهَا وَلَهُمْ اٰذَانٌ لَا يَسْمَعُونَ بِهَا اُولٰئِكَ كَالْاَنْعَامِ بَلْ هُمْ اَضَلُّ اُولٰئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ
“İnsanların ve cinlerin bir çoğunu Cehennem için yarattık, onların öyle kalpleri vardır ki onlarla duymazlar, öyle gözleri vardır ki onlarla görmezler ve öyle kulakları vardır ki onlarla işitmezler, işte bunlar hayvanlar gibi, hattâ daha şaşkındırlar, Bunlar da gâfillerin ta kendileridir.” (Araf Suresi-179)
İmam-ı Rabbani Hz.leri de gâfil kimseleri birçok mektubunda tavşan uykusuna yatmış kimseler olarak ifade etmektedir. “Bu tavşan uykusu ne zamana kadar sürecek? Bütünüyle, bu gaflet pamuğu ne zamana kadar kulakta kalacak?” şeklinde evlatlarına sürekli ikazda bulunmuştur. Tavşanın göz kapakları yoktur ve gözü açık olarak uyur. Dışardan bakıldığı zaman uyuduğunu fark edemezsiniz. İşte gâfil insanlarda dışardan bakıldığı zaman belki normal şekilde kulluğunu yerine getiren birisi olarak görünmesine rağmen, iç âleminde tamamen uyku ve gaflet halindedir. İbadetlerde esas olan huşu ile en ufak ilgisi yoktur.
Gaflet, kulun başına gelecek en büyük tehlikedir!
Günah işleyen kimse tövbe ederse Allahü Tealâ affedebilir. Dönüş yaparak Evliyalığa kadar giden bir yol takip edebilir. Ancak gâfil kimse, mevcut halindeki tehlikenin büyüklüğünden ve de bu halinin günahına tövbe etmesi gerektiğinden bile gâfil olduğu için o günahı işlemesinden daha kötü bir haldedir. Bu yüzden gaflet en büyük tehlike olarak ifade edilir!
Bâyezîd-i Bistâmî (r.a.) buyur­dular ki: "Allahü Teâlâ’nın kendileri sebebiyle nefsimi cezâlandırdığı bütün şeyler üzerinde düşündüm. Onların en şiddetlisi olarak gafleti buldum. Allahü Teâlâ’dan bir an gâfil olmak (bir an O´nu unutmak) Cehennem ate­şinden daha şiddetlidir."
Haris el-Muhasibi (k.s) buyuruyor ki; “Kalbin Allah’tan gâfil kalması bir kul için bela ve musibetlerin en büyüğüdür.”


Gâfil kimsenin ibadet hayatına dair birkaç misal verecek olursak; 
Duâ ederken yalnız kendisine duâ edip, ana babasına ve diğer Müslümanlara duâ etmemesi, Kur’an-ı Ke­rîm okumayı bildiği halde her gün en azından yüz âyet okumaması, namaz için iki metre ilerdeki odada sarık varken üşengeçliğinden takmaması, sahur için kalktığı halde teheccüd namazını kılmaması, namaz tesbihini, yemek duasını sürekli ihmal etmesi, kabristandan geçtiği halde mevtâlara selâm vermemesi, bir yerde yalnız olarak yaşı­yorsa, Cumâ günü şehre geldiği halde Cumâ namazı kılmaması, Sohbet için bir hoca geldiği halde, onun ilminden hiç istifâde etme­mesi, bir tanı­dığı kendisini dâvet ettiği halde dâvetine gitmemesi, gençlik çağı büyük bir fırsat olduğu halde o zamanını boşa geçirmesi, kendisi tok ve komşu­sunun aç olduğunu bildiği halde, ona bir şeyler vermemesi vb. zikredilebilir.
Gafletin en büyük ilacı Zikirdir!
Gafletin zıddı ve panzehiri zikirdir. Kur'ân-ı Kerîm'de maddî ve manevî menfaatlerini bilen insanlara "zâkir" ve "ehl-i zikir", bundan habersiz olanlara da "gâfil" denilmiştir.Kur’an’da genellikle Allah’ı anmak, O’nu daima hatırlayıp hiç unutmamak manalarına kullanılır.
Zikir ya lisânen olur. Bu, zikri cehrî diyede ifade edilen Hak Teâlâ'nın mübarek isimlerinden birini veya bir kaçını lisan ile söylemektir. Allah... Allah... denilmesi gibi. Ya bedenen olur. Bu da namaz, oruç gibi ibâdetleri ifa etmektir.
Veya kalben olur. Bu da: Allahu Teâlâ'nın varlığını, kudret ve azametini düşünüp ruhi bir neş'eyi gerekli usuller neticesinde feyz yoluyla elde etmektir.
Dikkat edilirse zikir bütün ibadetleri bünyesinde toplayan şemsiye bir ifadedir. Dua etmek, Kur’ân okumak, namaz kılmak, hacdaki menâsik ve akla gelebilecek başka ibadetler hep bu şemsiyenin altına girer. Burada önemli olan usule riayet ederek, yüzeysellikten kaçınmaktır.
Ayette de ifade edildiği üzere kalpler ancak Allah’ı zikir ile mutmein olur, sükunete erer.
اَلَا بِذِكْرِ اللّٰهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ“Âgâh ve mütenebbih olunuz, Ancak Allah'ı zikirle kalpler mutmain olur.”(Rad28)


Zikirdeki huşunun nasıl temin edileceğini yine Kur’ân-ı Kerîmde 
Cenab-ı Hak şöyle tarif eder.
وَاذْكُرْ رَبَّكَ فٖى نَفْسِكَ تَضَرُّعًا وَخٖيفَةًوَدُونَ الْجَهْرِ مِنَ الْقَوْلِ بِالْغُدُوِّ وَالْاٰصَالِ وَلَا تَكُنْ مِنَ الْغَافِلٖينَ
“Rabbini, içinden, yalvararak ve O’ndan korkarak, yüksek olmayan bir sesle sabah ve akşam an. Gâfillerden olma!”(A’râf, 205)
Zikir için zaman, mekân ve pozisyon ayırımı yapılmadan âdeta sınır konmamıştır. Bu hususta Kur’an-ı Kerimde:
اَلَّذٖينَ يَذْكُرُونَ اللّٰهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلٰى جُنُوبِهِمْ“Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah'ı anarlar.” (A.İmran191)
Öyle olması gayet tabiîdir, çünkü perdeleri kaldırarak sonsuzla irtibat kurmanın en ideal şekli zikirdir. Zikrin özelliklerinden biri de mütekabiliyet sırrıdır, yani ona zikirle mukabele ediliyor olmasıdır. Yüce Allah “Beni zikrediniz ki, ben de sizi zikredeyim” (Bakara Sûresi, 2/152) buyurmuştur.
İnsan vücudu zikir ya da gafletten hâlî değildir. Zikri ihmal ettiğinde, şeytan bir anda çepeçevre sarar. Bu husus Kuran-ı Kerimde şöyle ifade edilir.
وَمَنْ يَعْشُ عَنْ ذِكْرِ الرَّحْمٰنِ نُقَيِّضْ لَهُ شَيْطَانًا فَهُوَ لَهُ قَرٖينٌ وَاِنَّهُمْ لَيَصُدُّونَهُمْ عَنِ السَّبٖيلِ وَيَحْسَبُونَ اَنَّهُمْ مُهْتَدُونَ
“Kim Rahmân (olan Allah’ı) zikretmekten gâfil olursa, yanından ayrılmayan bir şeytanı ona musallat ederiz. Şüphesiz bu şeytanlar, onları doğru yoldan alıkoyarlar da onlar, kendilerinin doğru yolda olduklarını sanırlar.”(Zuhruf, 36-37) 
Zikir, kalbi şeytanın vesvesesinden ve hâkimiyetinden kurtarır. Yüce Allah şeytanı, "hannâs" sıfatıyla tanıtmıştır. Hannas, "sinsi, korkak, boş bulunca dalan, karşı durunca kaçan" demektir. Şeytan kalbi boş bulunca dalar, kalp zikre geçince hemen kaçar. Zikir devam ettiği sürece şeytan kalbe yol bulamaz. Kalbe girmek ister fakat zikrin nuru onu yakar ve zikrin nurundan çarpılır. Aynen bazı insanların kendisine yanaşan şeytana çarpıldığı gibi. Diğer şeytanlar onun başına toplanıp, "Buna ne oldu?" diye sorarlar;"Onu insan çarptı" denir.[1]
Bilhassa namazın, insanı gafletten alıkoyan tesiri büyüktür. Zîra namaz, bir zikirdir. Gaflet hâli ise, zikirle aslâ bağdaşmaz. Namazın bu özelliğinden dolayı Cenâb-ı Hakk şöyle buyurur:
اَقِمِ الصَّلٰوةَ لِذِكْرٖى“Beni anmak için namaz kıl!”(Tâhâ, 14) Nimetullahi Nahcuvani Hz. leri bu ayeti şöyle tefsir eder: “Namazla bana zikir ve şükür edebilmen için,bütün azalarınla beraber namaz kıl.”
Bir de yapılan ibadetlerin farkında olmamak, bir nevi âdet yerini bulsun diye yapmakta gafletin alametlerindendir. Kime ve niçin ibadet edilmekte, hangi keyfiyet ve derinliğe ihtiyaç bulunmakta, okunan âyet ve tesbihler ne anlam taşımakta, secde ile kime ve ne derecede yaklaşılmakta, sadaka önce kimin eline ulaşmakta, namazın sonunda sağa-sola niye selam verilmekte…
Eğer bu soruların cevabı gereğine uygun verilemiyor ve uygulanamıyorsa ibadetlerimizde ciddi bir gafletimiz var demektir. Ve yine niyetsiz, gaflet haliyle yapılan fiil ibadet bile olsa kişiye sevap kazandırmaz.
Bu manada gelen bir hadisi şerif şöyledir. “Evine, camiye rastgele sağ ayakla giren kimse, gafletle girdiği için sevap alamaz. Sünnet olduğunu düşünerek sağ ayakla girerse sevap alır.”
Uykuyu kişi murat ettiği zaman; niyeti; ibadetin edasında gelecek tembelliği atmak olur ise, o uyku bu niyetle aynen ibadet olur. Bu uyku devam ettiği süre; o kimse taatta gibi sayılır. Çünkü, taatın edası niyeti ile uyumaktadır.

Tövbeyi ve nafile ibadetleri rütin hale getirmek lazımdır!
Kirli bir kovanda arının durmadığı gibi isyan ile kirlenmiş kalbe de de zikrin tesiri olmaz. O halde önce tevbe ve istiğfarlar ile kalbin temizlenmesi lazımdır. Bu meyanda, en büyük istiğfar olan ve bedenle yapılan tesbih namazına aşık olmalıdır. Geceleri belli miktarlarda uyanık geçirerek feyz ve bereketinden is­ti­fâ­de et­mek îcâb eder.
Özellikle teheccüd namazları ile ve gözyaşıyla Rabbül Âlemine iltica etmelidir.

Kur’an-ı Kerimi düzenli olarak okumayı prensip edinmelidir.Peygamberimiz (s.a.v) “Demir paslandığı gibi insanların kalpleri de paslanır.”Bunun cilâsı nedir ya Rasulallah? diye sual buyrulunca “ Kalbin cilâsı Zikrullah ve Hz. Kur’an-ı okumaktır.” buyururlar.

Kur’ân-ı Kerîm’in kalbdeki mânevî hastalıklara şifâ olduğunu âyet-i kerîme şöyle beyân etmektedir:
وَنُنَزِّلُ مِنَ الْقُرْاٰنِ مَا هُوَ شِفَاءٌ وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِنٖينَ وَلَا يَزٖيدُ الظَّالِمٖينَ اِلَّا خَسَارًا
Biz Kur’ân’dan, öyle bir şey indiriyoruz ki o, mü’minler için şifâ ve rahmettir; zâlimlerin ise yalnızca ziyânını artırır.”(İsrâ-82)
Hayatın her anında gaflet tehlikesine karşı kalbi muhafaza etmelidir.
Mü’min, zâhiren ve bedeniyle halk ile bâtınen ve ruhuyla Hak ile olmalıdır. Hakk'a âşık insanın işiyle, gücüyle, mesleğiyle, sanatıyla, ailesiyle meşgul olması, çalışması, çabalaması ruhen ve kalben Hak'la beraber olmasına engel değildir. Yüce Allah kalbi uyanık ve kendisine bağlı kullarını şöyle övmüştür:
"Onlar öyle er kişilerdir ki herhangi bir ticaret ve alışveriş kendilerini Allah'ı zikretmekten, namazı kılmaktan ve zekâtı vermekten alıkoymaz. Onlar, yüreklerin ve gözlerin (dehşetten) ters döneceği günden korkarlar."[2]
Şahı Nakşibend k.s. , bu hususa örnek olan bir dervişten şöyle bahseder. “Mina pazarında bir tacir gördüm; elli bin dinara yakın bir ticaret işi yaptı. Ama, Sübhan Hak'tan bir lahza kalbi gaflete dalmadı.” (33. mektup)

Gâfillerin bulunduğu çarşı vb. yerlerde , üzerine gafletin bulaşmasına mani olmak icap eder.
İnsanların çoğunun gaflette bulunduğu ve alışveriş ile meşgul olduğu çarşı ve pazarlarda gafletin kendisine sirayet etmemesi için, Rabb'ini zikretmeye önem vermelidir. Peygamberimiz (s.a.v.) bunun önemine işaret ederek şöyle buyurmuştur:
"Kim çarşıya girince 'Lâ ilâhe illailahüvahdehu lâ şerike leh, lehü'l-mülkü ve lehü'l-hamdüyuhyî ve yümitü ve hüve hayyün lâ yemûtübi-yedihi'l-hayr ve hüve alâ külli şeyin kadir' duasını okursa Allah ona bir milyon sevap yazar, onun bir milyon günahını affeder ve mertebesini bir milyon derece yüceltir."[3]

Muhaddisler bu hadis-i şerife hayran kalmışlardır. Muhammed b. Vâsi (r.a) ve Ibn Ömer (r.a), sırf yüce Allah'ı zikrederek bu fazileti elde etmek için pazar yerlerine girerlerdi. Diğer bir hadiste şöyle buyrulmuştur:
"Gâfillerin arasında Allah'ı zikreden kişi, savaştan kaçanlar arasında sebat edip savaşan kimse gibidir."[4]
Hasan-ı Basrî (k.s), çarşı pazarlarda Allah'ı zikredenler hakkında şöyle der: "Onlar kıyamet günü, yüzlerinde dolunayın parlaklığı gibi bir aydınlık ile ve güneş gibi bir güzellik içinde gelirler. Çarşı ve pazarlarda istiğfarda bulunan kimselerin, orada bulunanların sayısınca günahları affedilir."[5]
Gâfiller ile ünsiyetten de şiddetle sakınmalıdır. Sâlih insanlardan gönüllere huzûr ve ferahlık aksettiği gibi, gâfil kimselerden de huzursuzluk ve kasvet akseder. Bu bakımdan gönül erbâbı, hallerini muhâfaza için mümkün olduğu kadar gâfillerden uzak durmalı; sâlih, mâneviyatlı kimselerle ülfet etmeli ve onların meclislerinde bulunmalıdır. Sahâbe-i Kirâm’ın, ümmetin en faziletlileri olmasının sebebi de Allâh Rasûlü’nün sohbetinde bulunup, O’nun feyzinden nasîb almalarıdır. Ce­nâb-ı Hak âyet-i kerîmede şöyle buyurur: (Tevbe-119)
يَا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَكُونُوا مَعَ الصَّادِقٖينَ
“Ey îmân edenler! Allâh’tan ittikâ edin ve sâdıklarla berâber olun!
Rasûlullâh sallâllâhu aleyhi ve sellem de sâdıklarla berâber olmanın ehemmiyetini şu misâlle ne güzel ifâde buyurur: “İyi arkadaşla kötü arkadaşın misâli, misk taşıyanla körük çeken insanlar gibidir. Misk sâhibi ya sana kokusundan ikrâm eder veya sen ondan satın alırsın. Körük çekene gelince, o, ya senin bedenini veya elbiseni yakar, yahut da oradan sana pis koku sirâyet eder.”(Buhârî, Buyû, 38)

Hazret-i Dâvûd (a.s.) Cenâb-ı Hakk’a zaman zaman şöyle ilticâ ederdi:
“Allahım, beni gâfillerin meclîsine yönelmiş görürsen, daha oraya varmadan ayaklarımı kır ki, onların yanına gidemeyeyim. Böyle yapman, benim için büyük bir lütuf olur.”
Gaflet hâlinin sadece insandan değil, eşyasından bile sirâyet ettiğini gösteren şu kıssa bile ne kadar ibrete şâyandır.
Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri birgün, içinde bir huzursuzluk hâli hissetmiş ve bir türlü kendisini bu halden kurtaramamıştı. Meclisinde bulunanlara:
“-Hele bir bakın, aramızda yabancı biri var mı?” dedi. Araştırdılar, kimseyi bulamadılar. Fakat Bâyezîd-i Bistâmî israr etti: “-Hele iyi araştırın! Asâların olduğu yere de bakın!” dedi. Tekrar araştırdılar ve gâfil birinin asâsını buldular. O asâyı dışarı çıkardılar; Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri’nin gönül huzûru da yerine geldi.
Her nefeste dahî gafletten uzak durmak
Abdülhâlik-ı Gucdüvânî (k.s), ehli tasavvufta olması gereken on bir görevden bahseder. Bunlardan biri de hûş der-dem, yani alınan her nefeste gafletten uzak olmaktır.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de bu hususta; “Allâhümme lâ tekilnî ilâ nefsî tarfete aynin.” duâsını çok okurlardı. Manâsı: “Allâh’ım göz açıp kapayıncaya kadar (bile) beni nefsime bırakma!”
Ehli maneviyat, hiçbir nefesini Allah'tan gâfil geçirmez. Her an Allah'ın huzurunda olduğunu bilir. Çünkü nefesi gafletten koruyabilmenin neticesi, insanı yüce Allah'a karşı kalp huzuruna kavuşturur ki bu işin sırrı da alınan ve verilen nefeste taat üzere olmaya bağlıdır. Zaten huzurla alınıp verilen her nefes canlıdır, yüce Allah'a ulaşır. Gafletle alınıp verilen nefes ise ölü olup Allah'a ulaşamaz.
Hâce Ubeydullah Ahrâr (k.s) şunu söylerdi: Bu yolda, sâlikin nefesine çok dikkat etmesi gerekir. Bu yolda, nefesini korumayan için, "nefsini (kendini) kaybetti"denir. Böyle bir söze sebep olmak ise iyi değildir.
Şah-ı Nakşibend (k.s.) ise şöyle derdi:
“Bizim terbiye yolumuz, nefeslere varana kadar her anını uyanık geçirme üzerine kurulmuştur. Uyanık sûfî, iki nefes arasını bile zikirle geçirir.”
Ölümü hatırlamakta gafleti def eder.Gaflet perdesini yırtan en etkili şeylerden biri de ölümü hatırlamatır. Onun için Efendimiz “Lezzetleri yakıp yıkan ölümü çokça zikredin. Sana Vaaz olarak ölüm yeter.” buyurmuştur.
Ölümü çok hatırlamak, emirlere sarılmaya ve günahlardan sakınmaya sebep olur. Haram işlemeye cesareti azaltır. O yüzden ara ara cenaze programlarına iştirak etmeli, bazen sakin bir ortamda kendi öldüğünü ve toprağa gömülene kadarki sürecini düşünerek acizliğini ve çaresizliğini görmelidir.
Gafletle yapılan yemeği yemekle de huzursuzluk ve bereketsizlik olur, ibadete sirayet eder.
Kişinin yediği yemek 40 gün kalbi etkiler. O yüzden yediklerinin helal olmasına dikkat edilmezse, yemek pişirirken, hazırlarken ve yerken gafletli olunursa, o yemekle beslenen bedenden de gafletli işler çıkmasına sebep olur. Helâl gıdâ, bünyeye feyz ve rûhâniyet verirken haram ve şüpheli gıdâlar ise kasvet verir.

Yemek pişirirken öfkelenmek, kötü sözler sarf etmek, dinlemek ya da inkârcıların pişirdiği yemeği yemek kalbi olumsuz etkiler.
Hace Ubeydullah Ahrar (k.s) buyuruyor ki, “Gafletle ısıtılan sudan abdest alan ve gafletle pişirilen yemekten yiyen kimsenin gönlünde zulmet ve gaflet meydana gelir.” Buyuruyor.
Eğer sunulan yemeği yememek fitneye, kalp kırılmalarına sebep olacaksa ya da yemek gerekiyorsa, yiyeceklere bir Fatiha ve üç İhlas okunarak yenmesinin, yemeğin manevi zararını kaldıracağı ümit edilir. Ayrıca yemeği hazırlama, pişirme hatta yeme esnasında abdestli bulunmak da kişiyi gafletten korur.

Yemek yerken de sünnet üzere hareket etmeli, acıkmadan yememeli ve doymadan da kalkmalıdır. Zira mide dolu olunca, kalbi gaflet basar.
Allahü Teâlâ,örümcek ağı gibi kalbi ve ruhu saran, en diri gönüllere bile kezzap gibi bulaşan şu gaflet illetinden, sâdatların himmet ve bereketiyle bizleri muhafaza eylesin! iki nefes arasını dahi zikirle, fikirle, şükürle geçiren uyanık kullarından eylesin.  Amin

Kemal Ekrem Soylu- incemeseleler.com