Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Allahü teâlânın rızasına kavuşturan yolda, yalnız ilim kâfi değildir. İlmiyle amel etmek de gerekir. İlmiyle amel etmek de kâfi değildir, ihlâslı olmak da gerekir. O halde kurtuluş için, ilim, amel ve ihlâsın birlikte olması şarttır. İhlâslı Müslüman, her yerde rahat eder. Nerede ihlâs yoksa, orada huzur, başarı olmaz. Hiç ihlâsı olmayan, Allah için yapılan hizmette barınamaz. İhlâslı olanlar kapışılır. Mıknatıs, ancak cevheri çeker. Cevher, çok az da olsa çeker. Hiç kalmayınca çekmez; çünkü mıknatıs saman çöpünü çekmez. Nefsi aradan çekmeli, tenkit etmekten uzak durmalı. Kendini beğenmemeli, kendinden iğrenmeli. Kendinden tiksinmeyen kurtulamaz. Bir gün öleceğiz ve yaptıklarımızın hesabını vereceğiz. Sakın, (Ben olmazsam bu hizmetlerin hali nice olur) dememeli. (Ben olmazsam bu hizmetler daha iyi yürür, nefsim hizmetlere engel oluyor) diye düşünmelidir. Herkes, beraber çalıştığı arkadaşların sıhhat ve huzurunu düşünmeli. İşçi veya işveren olarak değil, baba, evlat, abi, kardeş gibi davranmalı. O insanlar bizim için değil, Allahü teâlânın dinine hizmet için geldiler, yani Peygamber efendimizin vârisleri olan Ehl-i sünnet âlimlerine hizmet için geldiler. Onlar, bu büyüklerimizin emanetidir. Emanete hıyanet edilmez. O büyükler, kötü niyetli olanları aralarından seçmesini bilirler. Bize şerefin onlardan geldiğini unutmamalı. Eğer bir kıymetimiz varsa, bu büyük zatlara olan sevgimizden geldiğini anlamalıyız. Bulunduğumuz mevkiye kendimizin layık olduğunu düşündüğümüz anda başa döneriz, yani yaptıklarımız boşa gider. Güneş varken yıldızlar görünmez, onlar varken biz de görünmemeliyiz. Bizim yok olmamız gerekir. Onlar varken “biz” demek çok acayiptir ve abestir. Allahü teâlâ, nasıl gökteki güneş sebebiyle hayat veriyorsa, bu güneşlerle yani Ehl-i sünnet büyükleri vasıtasıyla da, rüşd, hidayet, maddi ve manevi rızıklar verir. Mümin, mümine âşık olmalı. Eshab-ı kiramın başarısının sebebi, birbirlerini çok sevmeleridir. İster Müslüman olsun, ister kâfir olsun, hiç kimsenin bedduasını almamalı. Birine kızdığımız zaman, biri bize kızdığı zaman, hemen iki rekât namaz kılmalı, “Estagfirullah” demeli. İsyan ve günah bize aittir. Kusuru kendimizde arayacağız, başkasında değil. Yaptığımız ibadetleri, hizmetleri, Allah rızası için yapmalı. Başkası görsün diye yaparsak, boşa gider. Aferin almak için, gösteriş için, öğünmek için yapan, dünyada alacağını almıştır. Kıymeti yoktur. Allah rızası için yapan kurtulur, kazanır. Ölüm çok ani gelir. Gaflet içinde olmayalım… |
Şeytanın askerlerine karşı bütün imkanlarımız ile savaşacağız. Peygamberimizin buyurduğu üzere sapık fırkalar mutlaka olacaktır ancak biz kaç kişiyi kurtarabilirsek ve kaç kişinin imanının muteber olmasında vesile olabilirsek onu kâr bileceğiz… Durmadan, bıkmadan, yorulmadan mücadeleye devam edeceğiz…
21 Kasım 2017 Salı
İlim, amel ve ihlâs
Bu dünya yalandır
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Ölmek üzere olan bir mümin ne isterse, şimdi onu istemek gerekir. Ağrıları, sıkıntısı olan insan, ne ister? Ona mal mülk deseniz dönüp bakmaz, hatta kalbi kırılır. Mevki makam deseniz üzülür, yine kalbi kırılır. İstediği sadece duadır, rahmet-i ilahidir, imanla ölmektir. Gün bu gündür, yarın belli değildir. Tevbe ve istigfarı geciktirmemek gerekir. Peygamber efendimiz, (Helekel müsevvifûn) yani (Sonra yaparım diyenler helak oldu, tevbeyi geciktirenler aldandı) buyuruyor. Onun için, tevbeyi geciktirmek uygun değildir. Çok günah içinde yüzenin de, belki sözümde duramam diyenin de, yine tevbeye devam etmesi gerekir; çünkü tevbe etmemek veya tevbeyi geciktirmek, o günaha girmekten, o günaha devam etmekten daha büyük günahtır. Tevbe etmek iman alametidir; suçunu, günahını kabul etmek, yaptığına pişman olmak demektir. Yine Peygamber efendimiz, (Kıyamette herkes, şu dört suale cevap vermedikçe hesaptan kurtulamaz: Ömrünü nasıl geçirdi, ilmiyle nasıl amel etti, malını nereden, nasıl kazandı ve nerelere harcadı, bedenini nerede yordu, hırpaladı?) buyuruyor. Her mümin, ahirette sorulacak bu dört suale hazırlanmalı. Müslümanın, imandan sonra en kıymetli varlığı vaktidir; çünkü vakit gidince, bir daha geri gelmez. (Vaktini nerede harcadın, neyle geçirdin?) sorusuna çok iyi hazırlanmak gerekir. Bir mübarek zat sohbeti bitirince en son, talebelerine der ki: — Şimdi size bir yalan söyleyeceğim. Talebeler şimdiye kadar hocalarından böyle bir şey duymadıkları için sormuşlar: — Efendim af edersiniz, anlayamadık. — Şimdi size bir yalan söyleyeceğim. Eğer yalanım sonradan meydana çıksaydı günaha girerdim; ama ben yalan olduğunu önceden söylüyorum. Talebeler dikkatle dinlerler. Hocaları, (Filan yerin en meşhur zatı, filanca efendi, şu anda dergâhın bahçesine geldi, az sonra kapıdan içeri girecek) buyurunca, talebelerin hepsi birden pencereye koşar. Bakarlar ki, gelen giden yok. (Efendim, kimse yok) derler. O mübarek zat der ki: — Evet, kimse yok. Ben size yalan söyleyeceğim dedim, siz yine de pencereye koştunuz. Söyleye söyleye dilimizde tüy bitti. Bütün kitaplar yazıyor, bu dünya yalandır diye. Siz hâlâ dünyanın peşinde koşuyorsunuz. Yalanın peşinde koşuyorsunuz. İşte insanın nefsi budur. İşte şeytanın aldatması budur. Adamı rüya peşinde, hayal peşinde koşturur. Bir bakar ki, ömrü bitmiş... |
Nakleden aziz olur
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Âlim, çok kitap okuyan, çok bilgi sahibi olan değil, hakkı bâtılı seçebilen, yani yanlışı doğruyu ayırabilen, kimlerin sevilip sevilmeyeceğini anlayandır. En zor iş, hakkı bâtıldan ayırmaktır. Kendi görüşümüz olarak hiçbir şey söylememeli. Nakledersek aziz oluruz, kendi görüşümüzü anlatırsak rezil oluruz. Seyyid Abdülkadir Geylani veya İmam-ı Rabbani hazretleri şu kitabının şu sayfasında şöyle buyuruyor denirse, bu büyük zat acaba ne demiş diye herkes dinler. O zaman onu dinlerken, rabıta hâsıl olur. Yani severek dinleyenlerin kalbi, o zatın ruhuna bağlanır ve ondan feyz alırlar. Abdülkadir Geylani veya İmam-ı Rabbani hazretlerinin ruhu orada hazır olur ve kalbler nurlanır. 40 sene sonra insan yine hatırlar. Kalblere hiçbir şey tesir etmiyorsa, konuşanın kalbi ölü demektir. Anlatanın kalbi ölü de olsa, âlimlerin, evliya zatların sözlerini nakledince Allahü teâlâ bundan feyz ve bereket yaratır. Ahir zamanda, dinsizliğin, ahlâksızlığın son sürat yayıldığı zamanda, imanı muhafaza edip dinimize hizmet etmek yani bu feci cereyanın içinde ters yöne gidebilmek, kişinin kendi başına yapabileceği iş olmaktan çıkar. Evliya zatlardan bir himmet, bir dua olmazsa, bu sel akıntısına karşı durmak, hele onun ters yönüne doğru ilerlemek çok zor ve imkânsız olur; ama Ehl-i sünnete hizmet edenlerin üzerinde Müslümanların, evliya zatların duası olursa, Allahü teâlânın yardımı da olur. Cenab-ı Hak yeminle bildiriyor, (Siz Allah’ın dinine hizmet ederseniz, ben size yardım ederim) buyuruyor. Bu nimete kavuşanlar, kendini bir şey zannetmemeli. Bu hizmetler, hep dua, himmet, ihsan-ı ilahi ve Allahü teâlânın yardımıyla olur. Müminleri sevindirmek çok kıymetlidir. Ubeydullah-i Ahrar hazretleri, daha gençliğinde, bir medresede, dört arkadaş, bir odada beraber kalıyordu. Kalb hallerinden de hiç haberi yoktu. Sadece ilim öğreniyordu. Bir gün, üç arkadaşı çok hasta oldu. Doktor geldi, Ubeydullah-i Ahrar hazretlerine, (Hemen bu odayı terk et, çünkü bunlar bulaşıcı bir hastalığa yakalanmış, sen de ölürsün) dedi. (Kader böyleyse ölürüm) diyerek, arkadaşlarını bırakmadı. Gece onların hizmetlerini yaptı, odayı terk etmedi. Sabah bir kalktı ki, bütün vücudu değişmiş, nura gark olmuş. Durumu anladı. Hemen ellerini açıp, (Ya Rabbi, bu arkadaşlarıma şifa ver) diye dua etti ve arkadaşları sapasağlam ayağa kalktılar. Demek ki, müminleri sevindirmek, onlara hizmet etmek insanı kolayca ilerletiyor. |
En iyi âlim, nakledendir
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:Yağmur suyu saftır. İçilirse zehir tesiri yapabilir. O yağmur suyunun toprağa inmesi, toprakta tuzlarla, minerallerle karışması gerekir. Bunlarla karışan ve içeceğimiz hâle gelen su, yerin üstüne çıkar, borularla çeşmeye kadar gelir ve musluktan onu içeriz.
İşte Kur’an-ı kerim, Cenâb-ı Hak tarafından inzal olunmuştur. Saftır; fakat Peygamber efendimiz, (Kim Kur’an-ı kerime mânâ çıkarmak için, anlamak için el uzatırsa, anlamaya çalışırsa kâfir olur)buyuruyor. İçtiğimiz su, yağmur suyu; ama içilmesi zararlı olabilir. Kur’an-ı kerim de kitabımız; ama anlayamayız. Onu Peygamber efendimiz anlar. Ona nazil olmuştur. O da hadis-i şeriflerle Eshabına anlattı. Eshab-ı kiram tedricen Ehl-i sünnet âlimlerine nakletti. Özellikle mezheb imamlarımız, bizim anlayacağımız şekilde hazırladılar ve içilecek su haline getirdiler. Rastgele su içemediğimiz gibi, rastgele din kitabı da okuyamayız. Mutlaka tescillenmiş, bu su içilir diye damgası vurulmuş sudan istifade edebiliriz. İşte bir mezhebe uymayan, bir Ehl-i sünnet âlimine tâbi olmayan, rastgele su içmiş olur. Rastgele su içen, mikroplu su da içebilir, lağımlı su da içebilir, perişan olur; çünkü Ehl-i sünnet âlimlerinin en büyük özelliği, gelen bu temiz suyu koruma altına almalarıdır. Ona ne bir bid’at karıştırdılar, ne bir pislik bulaştırdılar, ne de onu zayi ettiler. Çok sağlam boruların içersinde, bize kadar getirdiler. Suyun kaçağını önlediler, suyu korudular. İçine bir şey bulaşmasın diye de muhafaza altına aldılar. O halde, en iyi insan, en iyi âlim, nakledendir, aracı olandır. Kendinden söyleyen, kendine bağlayan değildir. Hepimizin asli görevi, postacı olmaktır. Postacının vazifesi mektubu almak, adrese bakmak, yorum yapmadan kişiye vermektir. Gerisine karışmaz. Bizim de vazifemiz, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiği o kıymetli bilgileri, olduğu gibi, güzel zarflara koyarak insanlara iletmektir. Bu zarfları açıp, mektupları okuyanlar, dinlerini rahat bir şekilde ve doğru olarak öğrenirler. Bid’at ehlinin yaptıkları şey ise, kendilerine gelen bu zarfı açıyorlar, okuyorlar; ama bu olmamış diyorlar. (Bunda eksikler var) diyerek, oturuyor kendileri mektup yazıyorlar. Kendilerinin yazdığı mektupları etrafına verip dağıtıyorlar. O zaman bu, o kişinin mektubu oluyor. Biz ise, Peygamber efendimizden itibaren gelen, emanet olarak, elden ele nakledilen ve mezhep imamlarımız tarafından da çoğaltılan bu mektubu dağıtıyoruz. Böyle yapan, dünyanın hiçbir ülkesinde, ne kanunlar ve insanlar tarafından sıkıntı çeker, ne de Allahü teâlâ indinde sıkıntı çeker; çünkü kendisi bir şey koymuyor. Kendisine geleni aynen naklediyor. Burada üstünlük de yoktur. Kim ne kadar ihlâsla ve gücü nispetinde ne kadar çok mektup dağıtırsa, o makbuldür |
Herkes ateşini kendi götürür
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Âdem aleyhisselamdan beri herkes, şu veya bu şekilde tarafını belli etmiştir. Bunda şaşılacak bir şey yoktur. Âhiret yolcusu, iki ana yoldan birinde olmak zorundadır. İki yolda birden de olamaz. Bu iki yol, doğuyla batı gibidir. Ya doğuya veya batıya gidilir. Hiç kimse, batıya gittiği halde, ben doğuya gidiyorum diyemez. Tersini de söyleyemez. Çaresi yok, ya doğuya ya batıya, yani mutlaka bir yere gidilecek. Sadece, hangi tarafa gideceğini kendisi tercih edecek. Ahirette iki yer var: Cennet ve Cehennem. Üçüncü bir yer yok. Nemrut’un, İbrahim aleyhisselamı atmak için yaktığı büyük ateşe, bir karınca durmadan su taşıyor. Evliya bir zat karıncaya, (Bu getirdiğin suyla bu ateş söner mi? Bir damla su atıyorsun, tekrar gidip su getiriyorsun. Neden bu kadar yoruluyorsun?) diye sorar. Karınca, (Ben de biliyorum ki, bu suyla bu ateş sönmez; ama ben tarafımı belli ediyorum. Ben ateşi söndüren taraftayım) cevabını verir. O zat, bir yılanın da devamlı ateşe üflediğini görür. Yılana, (Sen ne yapıyorsun?) diyor. O da, (Bu ateşi körüklüyorum, ateş alevlenip İbrahim’i hemen yaksın diye) diyor. Yani, o da tarafını belli ediyor. O halde insanlar iki tarafta. Biri ateşi söndüren, diğeri ateşi körükleyen… Herkes kendine bakacak, ateşi söndüren tarafta mı, körükleyen tarafta mı? Yani tarafını, rengini belli edecek. Renksizlik iyi değildir, başıboşluktur. Sürüden ayrılmış koyun, kurda kuşa yem olur. Din gayreti Bir Mecusi yani ateşe tapan, kendi din gayretiyle, insanlar için çok lüzumlu bir yere, güzel bir köprü yaptırır. Sultan Mahmud Gaznevi hazretleri bu köprüyü görünce, yaptıran kişiye dua etmek ister. Bunun üzerine yakınları, köprüyü yapanın Müslüman olmadığını söylerler. Sultan Mahmud Han bu kişiyi çağırtır, ona teşekkür edip,(Güzel ve faydalı bir hizmet yapmışsın. Gel, bir de Müslüman ol! Allahü teâlânın rızasını da kazan, ahiretini de kurtar, Cennetlik ol) der. Mecusi kabul etmez. Sultan, masrafının iki katını vererek köprüyü satın almak ister. Mecusi yine kabul etmez, (Ben bunu dinim için yaptım, parayla satmam) der. Bâtıl dini için bile, yaptığını parayla değişmez. Padişah, bedelini çok daha fazla vererek satın almakta ısrar eder. Mecusi yine kabul etmez. Zorla alacaklarını zanneder. Canımdan olurum da, köprüyü vermem diyerek köprüden kendisini aşağı atar. Ferideddîn-i Genc-i Şeker hazretleri bunu anlatırken, (Ey Müslüman! Sen din gayretini Mecusi’den mi öğreneceksin? O dini için canından oldu. Senin gayretin nerede?) buyurur. |
Herkes sevdiğiyle beraberdir
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Ehl-i sünnet âlimlerini, büyük zatları sevmek kurtuluş için yeterlidir; fakat gerçekten sevip sevmediği önemlidir. Gerçekten seviyorsa, seven, sevdiğine itaat eder. Dinin emir ve yasaklarına hiç uymadan, sadece seviyorum demek yalan olur. Eshab-ı kiramdan birinin çok üzüldüğünü gören Peygamber efendimiz, ona niçin üzüldüğünü sordu. O zat, (Ya Resulallah, benim hâlim ne olacak, sizi çok sevmeme rağmen, bu anlattıklarınızı tam yapamıyorum) dedi. Ona, seviyorsa mesele kalmayacağını anlatmak için, (El mer’ü mea men ehabbe) buyurdu. Bu, dünyada kimi seversen, ahirette onunla beraber olursun demektir. Üzüme mü sözüme mi? Üftade hazretleri, bir kış günü talebeleriyle dergâhta sohbet ederken, (Taze üzüm olsa da yesek... Kim gidip Çekirge’deki bağdan üzüm toplar getirir?) buyurur. Mevsim kış, dışarıda diz boyu kar vardır. Talebeler, bu kışta, karda üzüm olmaz ki… Hocamıza bir şeyler oldu, istiğrak hali görüldü galiba, neyse birazdan geçer diye düşünürler. [İstiğrak, ilahî aşkla dünyayı unutup kendinden geçmek demektir.] Bu arada, talebelerden Kadı Mahmud, (Bunun bir hikmeti vardır, bizim için hocamızın sözü önemli) der. İzin isteyip Çekirge’deki bağa gider. Asmanın birini sarsar, karlar döküldüğünde, salkım salkım üzümleri görür, bu hocamın kerameti diyerek, bir sepet üzüm toplayıp dergâha döner. Yolda gelirken de bir çukura düşer. Boğazına kadar su dolu bir çukurdur. Civarda kimse yoktur. Sepet ıslanmasın diye yukarıda tutup, Cenab-ı Hakka yalvarırken, çukurun başından bir ses gelir, (Ey Mahmud! Uzat elini de yukarı çekeyim) der. Başını kaldırdığında birinin kendisine gülümsediğini görür. Elini uzatır. Yukarı çıktığında, bir anda o kimseyi göremez olur. Yine sepeti omzuna alarak süratle, dergâha gelir. Talebeler hayretler içinde üzümlere bakarken Üftade hazretleri, (Evlatlarım, biliyorum, bu mevsimde üzüm olmaz. Maksadım üzüm değil, benim sözüme mi, yoksa üzüme mi kıymet verdiğinizi anlamaktı. Üzüme peki diyenler kaybederler, hiç üzüm bulamazlar. Sözümüze peki diyenler, bulsa da kazanırlar bulmasa da kazanırlar. Şunu unutmayın, dine hizmette, hocasına hizmette, çok sıkıntı olur. Arkadaşınızın çukura düşüp, Hızır’ın kurtarması gibi... Çile çoktur ama ecri de çoktur.) Böylece Kadı Mahmud, hocasının sözüne kıymet verip, Kadı Mahmud iken Aziz Mahmud Hüdai hazretleri oldu. |
Nefsi işe karıştırmamalı
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:Bir mümin, kendi menfaati için bağırırsa, bu öfkedir, şeytanîdir. Ancak, karşısındaki müminin menfaati için yüksek sesle konuşursa, bağırırsa, bu rahmanîdir, buna gayret denir. Nefsin karıştığı şey çok tehlikelidir. Şeytan insanın imanını, öfkelendiği zaman daha kolay bozar. Peygamber efendimiz üç kere, (Lâ tagdab, lâ tagdab, lâ tagdab) yani (Öfkelenme!) buyuruyor. Öfke, aklı da imanı da giderebilir.
Haklı olduğu zaman bile münakaşa etmeyene, başkasını kırmayana Cennette köşk verilecektir. Eğer şaka da olsa yalan söylemezse, Cennetin ortasında ona köşk verilecektir. Peygamber efendimiz, (Ben kefilim) buyuruyor. Yine, (İçinizde asıl pehlivan, öfkelenince öfkesini yenendir) buyuruyor. Bir kimse kalb kırdığı zaman, Kâbe’yi yetmiş defa yıkmış gibi günaha girer, kul hakkına da girmiş olur. Bir insana, Ehl-i sünnet itikadını ve ilmihal bilgilerini doğru olarak anlatan bir kitap vermek çok sevabdır. Peygamber efendimiz, (Bid’atler yayıldığı zaman, bir sünnetimi açığa çıkarana yüz şehit sevabı verilir) buyuruyor. Vereceğimiz kitapta kaç tane sünnet, kaç tane vacib, kaç tane farz var. En önemlisi de, iman var. Yani yüz şehit sevabından çok daha fazla sevab kazanır insan. Bu fırsatı kaçırmamak gerekir. Allah için dostluk ve bir araya gelmek, çok kıymetlidir. Bir iki kişi, Allah için toplanıp bir iki nefes Allah’tan bahsederse oraya melekler gıpta ederler. Ahir zamanda, doğru bir şekilde iman edip namaz kılmak ve haramlardan sakınmak, en büyük keramet olur. Dünyada hiçbir şeyin yaratılışı tesadüfî değildir, başıboşluk yoktur. Her şey, hesap kitap dâhilindedir. Allahü teâlâ Kur’an-ı kerimde mealen, (Ben, insanları ve cinleri bana ibadet etsinler, beni tanısınlar diye yarattım) buyuruyor. Yaradılış gayemiz ne ise, o gayeye uygun yaşamaya çalışmalıyız. Allahü teâlâ ihsan sahibidir. İnsanların kusurlarına bakmadan, bol bol ihsan eder. Merhametle muamele eder. Şayet adaletle muamele etse, hepimiz mahvoluruz. Adalet, hak ettiğini vermek, ihsan ise, hak ettiğinden fazlasını vermektir. İnsan, acaba ben Rabbimin indinde makbul müyüm, değil miyim, insanlardan dua alabiliyor muyum diye düşünürse, daha faydalı işler yapma gayreti artar. |
Kıyametteki pişmanlık
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Kelime-i tevhidi söyletmek için milyonlarca mümin şehit düştü, bu kelime-i tevhidi söylememek için milyonlarca kâfir Cehenneme gitti; çünkü kelime-i tevhid hakla bâtılı ayırıyor. Asırlardır Müslümanlarla kâfirler arasındaki savaşların sebebi sadece budur. Söyleyen şehit oldu, söylemeyen Cehenneme gitti. İnsan bir daha dünyaya gelmeyecek, bu son vadedir. Bundan sonra bir daha fırsat yoktur. Kıyamette herkes, pişmanlık duyacaktır. Dünyada pişmanlık nimettir; fakat oradaki pişmanlık felakettir. Kabirden biri çıkıp dünyaya gelse nasıl yaşardı? Elbette bir an boş geçirmez, hep ahireti için çalışırdı, günah işlemezdi, kalb kırmazdı. Peki, biz oraya gitmeyecek miyiz? Gidince başımıza neler geleceğini, nelerle karşılaşacağımızı dinimiz bildiriyor. Allah’a iman etmeyenler, Peygamber efendimizin getirdiklerine inanmayanlar, beğenmeyenler, din-i İslam’ı kabul etmeyenler, Cehennemde feryat edecektir. (Ya Rabbi bizi tekrar dünyaya gönder, hiç günah işlemeyeceğiz, hep ibadet edeceğiz) diyecekler. Onlara, (Siz zaten oradan gelmediniz mi) denilecektir. Mübarek bir zat, bir Müslümana ait kabrin önünde durup, talebelerine sorar: — Bu kabirdeki kişi, tekrar dünyaya gelse sizce neyle uğraşır, ne yapar? Talebenin biri, (Elbette sürekli namaz kılar) der. Diğer biri de, (Devamlı oruç tutar) der. Bir diğeri de, (İslamiyeti yayar) der. Her talebe faydalı bütün işleri sayar. O zat buyurur ki: (Doğru söylüyorsunuz; ancak bu mezarda yatan kişinin dünyaya tekrar geleceği şüphelidir. Sizin oraya gideceğiniz ise kesindir. Yani siz de onun gibi öleceksiniz. O halde neden şimdi bu söylediklerinizi yapmıyorsunuz? Neyi bekliyorsunuz? Onun kaybettiği fırsatı siz bir ganimet bilmelisiniz, yarına bırakmadan bu faydalı işlerle uğraşmalısınız.) Peygamber efendimiz de, (Bu dünyada garip gibi yaşa, yolcu gibi ol ve kendini ölmüş kabul et!) buyuruyor; çünkü bir gün mutlaka öleceğiz. Muhakkak olacak şeyi, şimdiden oldu bilmeli. Öldükten sonra pişmanlık, ah demek, yandım demek fayda vermeyecek. Şimdiden ona hazırlanmakta fayda var. Onun için şimdiden kendimizi o kabir ehlinden kabul etmek ve ölmeden önce uyanmak gerekir. Yine Peygamber efendimiz, (Şu kişiye şaşılır ki, o dünyanın peşinde, ölüm de onun peşindedir) buyurdu. O halde, (Nasihat olarak ölüm yeter) hadis-i şerifini de düşünerek ölenlerden ibret almaya çalışmalıdır. |
Muhabbet ince bir yoldur
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Kâb-ül-Ahbar hazretleri, Hazret-i Ömer’e, (Ey Emir-ül-müminin! Allah’tan korkan bir kimsenin amelini yap! Kıyamet günü yetmiş Peygamberin yaptığı amelle gelsen, orada gördüklerinden dolayı amelini yine az görürdün) dedi. Bunları işiten Hazret-i Ömer, düşüp bayıldı. Ayıldığı zaman, (Bize nasihat et) dedi. Kâb-ül-Ahbar hazretleri; (Ey Emir-ül-müminin! Şayet Cehennemden doğuda çok ufak bir yer açılsaydı, batıdaki adamın beyni kaynar, sıcaktan erirdi) dedi. Bunu işiten Hazret-i Ömer çok ağlayarak, (Devam et ey Kâb) dedi. O da buyurdu ki: (Ey müminlerin emiri! Kıyamet günü Cehennem öyle şiddetlenir ki, mukarreb melekler, Peygamberler ve bütün herkes diz üstü çökerler. Bütün Peygamberler, “Ya Rabbi! Bugün nefsimi isterim” diyecekler, sadece Resulullah efendimiz “Ya Rabbi! Ümmetimi isterim, başka bir şey istemem” diyecektir.) İşte bu azaptan kurtulmanın çaresi, kurtulanları sevmektir. Peki muhabbet, yani sevmek nedir? Ben bir kimseyi çok seviyorum denir. Bu sevgi gerçek mi değil mi? Yani kişi doğru mu söylüyor, yalan mı söylüyor? Bunun iki alameti var. Bu iki şart varsa doğru söylüyor, eğer bu iki şart yoksa yalandır. Birincisi, eğer seviyorsa, onu sevenleri sever, onu sevmeyenleri sevmez ve onun sevdiklerini sever, sevmediklerini sevmez. Buna hubb-i fillah, buğd-i fillahdenir. Ben Allah’ı çok seviyorum diyor, Ona isyan edenlerle dost oluyor, muhabbet besliyor. Bunun Allah’ı seviyorum demesi yalandır. Ben Resulullahı çok seviyorum diyor; ama Resulullah efendimizi inkâr eden, hatta Peygamberliğini kabul etmeyenle münasebet kuruyor. Onunla dost olanın, Resulullahı seviyorum demesi yalandır. Bir kimse de, Ehl-i sünnet âlimlerini, hocamı çok seviyorum der de, onların düşmanlarıyla dost olursa, bu nasıl sevgi demezler mi? Yol ikidir. Allah var, bir de düşmanı var. Allah’ın dostu olan, dostlarıyla beraber olur. Hem düşmanlarıyla beraber olmak, hem de aşk ilan etmek kadar yanlış şey olmaz. Bu, iki yüzlülüktür. İkincisi, sevginin şartı itaattir. İnsan sevdiğine itaat eder. Allah ve Resulünü seviyorum diyen kimsenin, sözünde samimiyse, Allah ve Resulüne itaat etmesi gerekir. Demek ki, muhabbet ince bir yoldur. Böyle gözü kapalı gidecek bir yer değildir. Muhammed aleyhisselama zerre kadar tâbi olmak, bütün dünya nimetlerinden ve bütün ahiret lezzetlerinden daha makbuldür. Bütün dünya nimetleri bir tarafa, Ona tâbi olmanın zerresi bir tarafa! Bütün Cennet nimetleri bir tarafa, Ona bağlılığın, Ona muhabbetin zerresi bir tarafa! Yani bu daha ağır gelir. Onun Allah indinde makbuliyet derecesi böyledir. |
Ahiret için kanaat olmaz
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Dünya için kanaat olur, ahiret için kanaat olmaz. Dünya için tevekkül olur, ahiret için tevekkül olmaz. Herkes kıyamette pişmanlık duyacaktır. Dünyada pişmanlık nimettir; fakat kıyamette pişmanlık felakettir. İnsanlara hizmet etmek, insanlara faydalı olmak için, dinimizi doğru anlatmak gerekir. İslamiyet insanların hem dünyada rahat olmasını sağlar, hem de ahirette Cehennemden korur. Zaten mutluluk da budur. Dünyada insan rahat yaşamak ister, bu da dinimize uymakla olur. İnsan ahirette Cennete gitmek ister, bu da iman edip, ibadet yapmakla olur. O halde insanlara yapılacak en büyük iyilik, dinimizi doğru anlatmaktır. İnsanın, maddi gıdasının temiz olması gerektiği gibi, manevi gıdasının da temiz olması, yani dinini doğru olarak öğrenmesi gerekir. Yarın ahirette hiç kimse, (Benim bundan haberim yoktu) diyemez. Bu din asırlardır anlatılıp kitaplara yazılmış, eksik bir şey bırakılmamıştır. Onun için akıllıca hareket edip, hesabımız görülmeden önce hesabımızı görelim. Evliya zatlar, sadece yaptıklarının değil, düşündüklerinin bile hesabını yapmışlardır. Büyük zatlardan biri, bir gün kabristandan geçerken, yeşil sarıklı, yeşil cübbeli mübarek bir zatın kabrin başında beklediğini görür. Hemen yanına giderek selam verip sorar: — Dünya ehlinden misin, ahiret ehlinden misin? — Ahiret ehlindenim. — Hayırdır inşallah? — Cenab-ı Allah, (O kuluma git, sorduğuna cevap ver) buyurduğu için buradayım. Şimdi bana bir sual sor; ama sadece bir sual soracaksın. — Herhalde Cennettesin. O zaman soruyorum, bu nimete neyle kavuştun? — Allahü teâlâ bana üç şeyle Cenneti nasip etti: 1- Ben, Rabbimin sevdiğini sevdim, sevmediğini sevmedim. Kim dinimi yani Müslümanlığı sevdiyse onu çok sevdim. Kim dinime yan gözle baktıysa ondan uzaklaştım, nefret ettim. 2- Rabbimin emir ve yasaklarına elimden geldiği kadar uymaya riayet ettim, ne emrettiyse yapmaya çalıştım. 3- Saçım, sakalım Onun yolunda ağardı. Rabbim, kusurlarımı, bu sakalımın, saçımın beyazlığı sebebiyle affetti. Mübarek zat bunları söyleyip gözden kaybolur. |
2 Kasım 2017 Perşembe
Gençlere Öğütler
ÖNSÖZ
Ezelen ve ebeden yoktan var eden, Bir ve İhsan edici olan Allahü Teâlâ'ya hamd ü senâ; Efendimiz Muhammed Mustafa S.A.V.’e, âline ve eshâbına sâlât ve selâm olsun.
Görülen âlemde bulunanlardan ibret alan ve tekâmüle müsait olan tek yaratılmış insandır.
* * *
AHLÂK-I RASÛL S.A.V.
Peygamberimiz Hz. Muhammed S.A.V. edepli, vakarlı ve fasih söylerdi. Lüzûm etmeden konuşmaz, faydasız söz söylemez, söze nâzikâne başlar ve mülâyim (yumuşak) bitirir, az sözle çok şey bildirir, açık konuşur, işitenler kolay anlar, hıfzında zahmet çekmez (unutmaz)dı.
Gülmeleri, sâde tebessümden ibaretti. Dâima öne bakarak yürür, son derece mütevâzî; kimsenin sözünü kesmez, müsâfahada (toka ederken) elini birden çekmez, fakir de olsa davet edene giderdi.
Yemeğe Besmele ile başlar, sağ elin üç parmağı ile yer, yemekten sonra Cenab-ı Hakk'a şükretmeyi ihmâl etmezdi. Yemeğe nefret göstermez, istekleri olmazsa yemezdi.
Fenâ söze karşı yumuşak davranır, hâcet isteyeni boş çevirmez, başkasının ihtiyacını kendi ihtiyacından üstün tutar.
İyiye yardım eder, kötüden uzak kalır, halka yumuşak muâmele eder, iltifat gösterir, şefkatle muâmele eder, kimseye karşı intikam hissi taşımaz.
Dedikodu, iftirâ, gıybet gibi kötü şeylerden uzak, yaşlılara hürmet eder, Allah’tan korkan müminlere ikrâmda bulunur.
Küçüklere şefkat eder, kimsenin sırrını açıklamaz, günâhkârları tahkir etmez, hizmetindekilere sert tavır almaz, onlarla beraber yemek yer.
Tatlı sözlü, güler yüzlü, dâimâ düşünceli ve mahzûn, kâmil hayâ sahibi, bulunduğu mecliste edebe son derece dikkat eder, çok vakti sükûtla geçirir, ekserî günleri oruçlu bulunur, hak yoluna kendini vermiş, mübârek hayatı geceleri ibâdet, gündüzleri halka nasîhatle geçirir.
Hastaları ziyâret eder, ölenlerin borcunu öder, hânesi halkına ev işlerinde yardım ederdi. Sahâveti sonsuzdu. Cimrilik, kin, hırs, hîle, haset, ucb, kibir, riyâ ve süm'a gibi sıfatlardan tamamen berî idi. S.A.V...
GENÇLERE İBADET HAKKINDA
KISA BİLGİLER
Allahü Teâlâ ilâhî emirlerini peygamberler vasıtasıyla bildirmiştir. Hepsinin getirdiği hükümlerin aslı ve gâyesi bir olup şu beş noktada birleşir:
1- Dini muhafaza
2- Nefsi muhafaza
3- Aklı muhafaza
4- Nesli muhafaza
5- Malı muhafaza etmek...
Hadis-i Şerifler:
H.Ş.: - Ey Gençler! Sizden evlenmeye gücü yetenler evlensin. Çünkü bu; gözü (harama bakmaktan), iffeti (zinâ gibi şeylerden) daha iyi korur. (Muhtârül-ehâdis 1393)
H.Ş.: İnsan, genç yaşında evlenirse, şeytanı: "Bana yazıklar olsun! Bu genç dinini benden korudu" diye bağırır. (Râmûz 179/1).
H.Ş.: Bir genç dünya lezzetlerini ve lehviyâtı (boş şeyleri) terk eder, gençliğine rağmen Allahü Teâlâ'ya itâate devam ederse, Allah ona yetmiş iki sıddîkın ecrini ihsan eder ve kendisine "Ey gençliğini benim tâatime tahsis edip şehvetini terk eden genç! Sen bana bazı meleklerim gibisin!" buyurur. (Râmûz 383/2)
H.Ş.: Allahü Teâlâ'nın tevbe eden gençten ziyâde sevdiği, günaha devam eden ihtiyardan da ziyâde buğzettiği hiç bir şey yoktur. (Kenzül-İrfan 196)
H.Ş.: Allahü Teâlâ gençliğini tâatla geçirenleri sever... (Kenzül-İrfan 193)
H.Ş.: Küçükken ibadete başlayan gençlerin, ihtiyarladıktan sonra ibadete başlayanlar üzerine üstünlüğü, peygamberlerin sâir insanlar üzerine üstünlüğü gibidir. (Kenzül-İrfan 194)
H.Ş.: Muhakkak Allahü Teâlâ ibâdet eden genci gösterir de onunla meleklerine öğünür.(Kenzül-İrfan 295)
H.Ş.: Genç biri, yaşından dolayı bir ihtiyara hürmet etse, Cenab-ı Hak ihtiyarlığında ona hürmet eden kimseler halk eder. (M. Ehâdis S: 128 No: 1027)
H.Ş.: Ey Genç! Allah'ın hakkını koru ki, Allah da seni korusun. Allah'ın hak ve emirlerini muhâfaza et ki, onun mükâfatını karşında bulasın. Bir şey istediğin zaman Allahü Teâlâ'dan iste! Yardım talep ettiğin zaman da Aziz ve Celîl olan Allahü Teâlâ'dan dile!.. (M. Ehâdis S: 160 No: 1392)
H.Ş.: Gençlerinizin hayırlısı (olgunluk ve kemâlde) yaşlılarınıza benzeyen, yaşlılarınızın şerlileri de (azgınlık ve şımarıklıkta) gençlere benzeyenlerdir. (Râmûz 281/15)
H.Ş.: Cömert ve ahlâkı güzel bir genç, Allah yanında, cimri ve fena ahlâklı âbid bir ihtiyardan sevgilidir. (Muhtârül-ehâdis S: 88 No: 692)
H.Ş.: Hâl ve hareketlerinde Müslümanların ziynetini takınan (onlara benzeyen) bir genç görürseniz işte o sizin en faziletlinizdir. (Râmûz 47/16)
H.Ş.: Allah'ın rahmet gölgesinden başka gölge bulunmayan kıyâmet gününde yedi kişiyi Allah rahmet gölgesinde gölgelendirir:
1- Adâletten ayrılmayan âmir (idâreci).
2- Allah'a ibâdete devam eden genç,
3- Mescitten çıkınca tekrar oraya dönünceye kadar gönlü mescide bağlı kimse.
4- Allah'ın rızası için birbirini seven ve ölünceye kadar birbirinden ayrılmayanlar...
5- Tenhada dili ve kalbi ile Allahü Teâlâ'yı zikredip gözleri yaşaran...
6- Güzel ve zengin bir kadın kendisini dâvet ettiğinde "Ben Âlemlerin Rabb’i olan Allah'tan korkarım" deyip reddeden kimse,
7- Sağ eliyle verdiğini sol eli bilmeyen; gizli sadaka veren kimse... (Muhtârül-ehâdis S: 84 No: 663)
H.Ş.: Allah’ın Rasûlü, Kendilerini kadınlara benzetmeğe özenen erkeklere ve kendilerini erkeklere benzetmeğe özenen kadınlara lânet etti. (Riyâzussâlihin 1662)
H.Ş.: (Resûlüllah S.A.V.) zaruretsiz kadın elbisesi giyen erkeklere ve erkek kıyafeti giyen kadınlara lânet etti. (Riyâzussâlihin 1663)
(Rasûlü'nün lânetine uğrayan insan iki cihanda iflâh olmaz.)
* * *
Bir insan iman ve tâat içinde saçını ağartmışsa ondan üstün ne olabilir?
H. Ş.: "Genç iken İslâm olarak ihtiyarlayan kişi mağfiret olunur".
Gençlikte korku, ihtiyarlıkta ümit tarafı ziyâde olmalıdır. (Mektûbat-ı İmam-ı Rabbânî C-1 M-88)
* * *
Vakitleri ibâdetle ihya edip, oyun ve oyuncaktan uzak olunuz. Dünyanın vefasız olduğu, kabir ve kıyamet halleri düşünülsün. Kurtuluş, sünnete tâbî olmak ve bidatlerden uzak kalmağa bağlıdır.
Dinden sapmış mülhitler ve bidat ehli ile sohbet etmeyiniz. Onlar Dîn-i Mübin'in düşmanlarıdır.
Şeriat hükümleri ve sünnet-i seniye ile süslenmeyen kimseyi meclisinize almayınız. (Her hususta) Allah'tan korkunuz. (Mektubat-ı İmam-ı Mâsum C-2 M-89)
* * *
Ey Oğul! Bugünler bir fırsattır. Vaktin kıymetli ve güzel olan gençlik zamanını Mevlâ'ya ibadet ve tâatla geçiriniz.
Haram ve şüpheli şeylerden sakınıp, beş vakit namazı cemaatle edâ ediniz. Nisâba mâlik olunca da zekâtı hamd ve senâ ile vermelidir...
Mubahların sahası geniş kılınmıştır. Yirmidört saat gece ve gündüzün bir saatini Hak Teâlâ'ya ayırmak ve malından 40 hisseden bir hisseyi fukaraya vermek lâzımdır. Geniş mubah dairesinin dışına çıkıp haramlara ve şüpheli işlere dalmak zulmün son haddidir.
İnsan, nefs-i emmârenin saltanat zamanı olan gençlik mevsiminde Şeytan-ı Lain'e muhalefette bulunsa, az bir amelle büyük derece alır...
İhtiyarlık gelip de imkânlar elden gidince hiç bir nedâmet fayda vermez, ve çok olur ki, o zamana ulaşmak da nasip olmaz.
Pişmanlık ve nedâmet tevbeden sayılır. Bu müyesser olmazsa azap muhakkaktır. Peygamberimiz S.A.V. bunları haber verip isyan edenleri men etmiştir. Şeytan, rahmet-i ilâhînin büyüklüğünü beyan ederek insanları azdırmak ister. Şeytan ve nefsin sesine dikkat ediniz!.. (Mektubat-ı İmam-ı Rabbânî C-1 M-96)
İLİM
A. C.: Bilenlerle bilmeyenler (Ålimlerle cahiller) müsâvî olur mu! (S. Zümer 39)
H. Ş.: İlim talebi (İlmihâlini öğrenmek) her Müslüman’a farzdır.
H.Ş.: İlim öğreten (muallim) ve öğrenen (talebe) hayırda ortaktır. Sâir insanlarda hayır yoktur. (Muhtâru'l-Ehâdis 781)
H.Ş.: Âlim, ilim ve amel... Üçü de cennettedir. (Muhtâru'l Ehâdis 783).
H.Ş.: İlim rütbesi, rütbelerin en yücesidir.
H.Ş.: İlmi, (Zâhirî ve bâtınî ilmin hakikatine sahip ve âmil olan) âlimlerden alınız....)
H.Ş.: Âlimin uykusu, câhilin ibâdetinden hayırlıdır. (İstirahatını tamamlar da ilme hizmet, ibadete devam eder. Câhilin bilgisiz ibâdetinden ne hasıl olur...)
H.Ş.: Bir kavmin efendisi, o kavme (İlimde, irfanda, sanatta, maddî manevî ve ahlâkî her hususta...) hizmet edendir.
Hz. Ali R.A. buyuruyor:
- Bana bir harf öğretenin kölesi olurum. (Öğreten alimin yüce şânını bildiriyor...)
- İlim kalpte olandır, satırda (kitaplarda) olan değil... (Kalpte olan lisana gelir, fayda verir; satırdaki yerinde durur...)
Büyükler buyurmuşlar:
- Küçükken öğrenmek, taşa yazmak gibidir. (Genç yaşta gayret et... Enerji bitince iş görülmez...)
TEMİZLİK
Temizlik üç çeşittir:
1- Kalp temizliği - İmanla, ibadetle...
2- Fikir temizliği - Faydalı ilimle...
3- Vücut temizliği - Su ile olur. Bunları usûlüne göre yapanlar sıhhat ve selâmetle iki cihanda mesut ve bahtiyardır...
* * *
NAMAZ
H.Ş.: Bilin ki en hayırlı ameleniz namazdır.
Ashaptan biri:
- Yâ Rasûlallah! Namazımı kılıp, haramı haram, helâlı helâl bilsem, başka bir amelim olmasa da cennete girer miyim?" dedi.
Rasûlüllah S.A.V.:
- Evet girersin" buyurdu. (Müsned-i Ebî Avâne 1/5)
* * *
Abdullah İbni Mes'ud R.A. "Rasûlüllah'tan S.A.V. «Amellerin en güzeli hangisidir?» diye sordum, «Vaktinde kılınan namazdır» buyurdular" dedi.
* * *
H.Ş.: Namaz dinin direği ve cennetin anahtarıdır.
Mümin Sûresi Âyet 1 ve 2'de: «Müminler saadete erdi. Çünkü onlar namazda huşû içindeler» buyurulmuştur.
"Askerlerin harp meydanında az gayretle büyük itibar elde ettikleri gibi, gençlik zamanında nefsin şehvet ve şiddetine karşı koyup isteklerini kıran da böyledir. Hadis-i Şerif'te «İnsanların şiddetle fitneye sürüklendiği bir zamanda ibâdete devam etmek benim tarafıma hicret etmek gibidir» buyurulmuştur". (M.İ.R. C-1 M-85).
* * *
SABAH EZANI
Allahü Ekber Allahü Ekber...
Bir samt-ı ulvî, gûyâ tabiat
Hâmûş hâmûş eyler ibâdet
Allahü Ekber Allahü Ekber...
Bir samt-ı nâlân, rûh-u avâlim...
ORUÇ
H. K. "Âdemoğlunun bütün amelleri kendi içindir. Oruç müstesnâ... O, benimdir. Ona, mükâfâtı ben veririm."
Oruç, bir rahmet sofrası ve sırr-ı ilâhîdir.
Oruçluya nurdan elbise ve melek sıfatı verilir.
Oruç, sabırdır. Sabredenlerin mükâfâtı hesapsızdır.
Oruç gizlidir, diğer ameller gibi görülmez. O, Cenab-ı Hakk'a mahsustur, kıymeti pek büyüktür. Oruçlu, Mevlâ'ya ulaşmakla müjdelenmiştir.
H.Ş.: "Oruçlunun iki sevinci var:
1- İftar vaktinde,
2- Mevlâ'ya kavuştuğu zaman..."
Oruç tutmayan mide kulları, sabır ve sebâtı bırakıp, nefsine esir olmuşlar. Halbûki, Allahü Teâlâ:
- Ancak sabredenlere mükâfâtları hesapsız verilecektir. (S. Zümer 10) ve
"Allah'ın yardımı sabredenlerle beraberdir", (S. Bakara 153) buyurdu.
Görülüyor ki, Allahü Teâlâ, yardım ve mükâfâtını sabırlılara va'd buyuruyor.
Nimetler sofralarda oruçluları beklerken, onlar, iştahları olduğu halde, bir lokma yemez, sabır ve metânetle nefsini zabtedip orucun fazilet ve kerâmetleriyle ahirette sonsuz nimetlere mazhar olurlar.
H.Ş.: "Oruç kalkandır. Oruçlu kötülük ve câhilâne iş yapmasın. Bir kimse (kavga ve sövmek gibi) kendisine kötülük kastederse, iki kere "Ben oruçluyum" deyip, hâlini hatırlasın. Nefsim yed-i kudretinde olan Allah hakkı için, ORUÇLUNUN AĞIZ KOKUSU, HAK TEÂLÂ YANINDA MİSKTEN DAHA GÜZELDİR"
H.K.: "Kulum yiyip içmeyi ve diğer nefsî duygularını, benim için terk ediyor (oruç tutuyor). Oruç benimdir. Ona mükâfâtı ben veririm."
Hayrın mükâfâtı ondur. Orucun ise mükâfâtına hudut yoktur.
Oruçlu açlığın elemini duyup, o elemi çok zaman çeken fukarâya merhamet eder ve Allah yanında îtibârı artar...
Ramazan orucu, Hicret'in ikinci senesinde farz olmuş ve Fahr-i Âlem S.A.V. 9 Ramazan oruç tutmuştur.
Oruç Allah'tan korkanların bağı, iyilerin bahçesi, bostanıdır.
Oruç üç derecedir:
1- Avamın Orucu: Nefsi, yemek, içmek ve diğer arzulardan men etmek.
2- Havasın Orucu: Orucu bozan şeylerle beraber, kulağı, gözü, dili, eli, ayağı ve bütün âzâları kötülüklerden men etmek.
3- Havas-sülhavasın Orucu: Kalbini, dünya ve ahirete âit düşüncelerden temizlemek, yânî, Allah'tan gayriyi kalpten çıkarmaktır...
Üç şey peygamberlerin ahlâkındandır:
1- İftarı acele etmek,
2- Sahurda geç yemek,
3- Namazda sağ eli, sol el üzerine bağlamak.
Orucu, akşam namazından önce açmak müstehabdır...
NİYET
Yarınki Ramazan orucuna niyet ettim. Geçmiş ve gelecek günâhlarımı mağfiret eyle...
İFTAR DUASI
Allah'ım, senin için oruç tuttum. Sana îman ettim. Sana tevekkül ettim. Senin rızkınla orucumu açtım.
ZEKÅT
- "Hayırdan ne infak ederseniz, onu bulursunuz" (S. Bakara 272)
Bu vaad-i ilâhîye göre zekât vermek malın artmasına (berekete) sebep ve temizliktir. Kulluğun kuvvetine delil olduğundan, zekâta "Sadaka" da denir.
- "Sadakalar ancak fakirler içindir". (S. Tevbe 60) ayet-i kerimesindeki "Sadaka"dan murat, zekâttır.
Kezâ:
- "Mallarından zekât al da, onunla kendilerini temize çıkarmış, mallarına bereket vermiş olasın" (S. Tevbe 103) âyet-i celilesindeki "Sadaka"dan murad da Zekât'tır.
HAC
Kelime-i Tevhid'i ehl-i imana mânevî bir kale yapan Allahü Teâlâ Kâbe-i Muazzama'yı da Müslümanların tavaf edeceği emniyetli bir yer kılmıştır.
Kâbe'nin ziyaret ve tavaf edilmesi, kulu kötülüklerden muhafaza eden bir set, azapdan koruyan bir kalkandır...
Farz olan hac, İslâm’ın şartından olup ömürde bir defa yapmak borçtur.
Hadis-i şerifte: "(Kendisine hac farz olduğu halde) haccetmeden ölen kimse, ister Yahûdî ister Hıristiyan olarak ölsün" buyurul-muştur.
Hac, şartları bulunan her Müslüman için mukaddes bir ibâdettir. Namaz, oruç, bedenî; zekât, mâlî bir ibâdet olduğu halde hac, hem bedenî hem mâlî ibâdet olmakla bedence olan sıhhat ve selâmetin yanında mal varlığına da şükredilmiş olur.
* * *
ÇALIŞIP KAZANMAYA DAİR
H.Ş.: Helâl kazanmak (Allah yolunda) cihad (gibi) dir.
H.Ş.: Kişinin en efdal kazancı, iyi yetiştirdiği evlâdı ve helâlinden elde ettiğidir. (Kenzül-İrfan 903)
H.Ş.: Bir kimse helâl kazancından hâsıl olan yorgunlukla yatsa, ona Cennet vacip olur ve o kimse Cenâb-ı Hak kendisinden razı olduğu halde yatağında yatar.
H.Ş.: Helâl kazanç istemek farz üstüne farzdır. (Râmûz 312/15)
H.Ş.: Yediklerinizin en güzeli, kendi kazancınız olandır. (Râmûz 115/1)
4 nevî kazanç var:
1- Kendine, âilesine, borçlarına ve nafakası üzerine vacip olanlara yetecek kadar kazanmak, FARZ;
2- Fakirleri yedirip-giydirmek ve garipleri sevindirmek maksadıyla ihtiyacından fazla kazanmak, MÜSTEHAB; (Bu, nâfile olarak uzlet etmekten hayırlıdır.)
3- Daha çok hayır yapmak maksadıyla kazanmak, MÜBAH...
4- Helâlinden de olsa böbürlenmek için servet yapmak, MEKRUH'tur.
* * *
Güzel Sözler:
- Ayaktaki köylü kadın, köşede oturan nazlı hanımdan üstündür. (Zira işi gücü olan kadın, akşam rahat ve huzurlu yer, içer, uyur; lâkin, vakti boş geçen kadını hiç bir şey hoşnut edemez.)
- İşleyen demir ışıldar.
- Pas nasıl demiri yerse, tembellik de insanı öyle yer.
- Ne ekersen onu biçersin. (Hayır yapan hayır, şer işleyen şer görür.)
- Malını güzel kullanan, bereket bulur.
- En büyük zengin, vaktini iyi kullanan; en fakir de vaktini boşa harcayandır.
- Elden gelen öğün olmaz, o da vaktinde bulunmaz...
* * *
ŞİİR
Sâde pirinç zerde olmaz, bal gerektir kazana ;
Baba malı tez tükenir, evlât gerek kazana.
- İki el bir baş içindir...
ŞİİR
Sen işlersen mal işler.
İnsan öyle genişler.
- Tembele iş buyur, sana akıl öğretsin.
- Tembele "Kapıyı ört" demişler. "Yel eser örter" demiş...
- Faydasız işi işleme, kaldıramayacağın yükün altına girme, çok da olsa dünya malına güvenme...
- Kanaat ehlinde gam olmaz; tamahkâr huzur bulmaz...
- Dersine çalışmayan talebe, parası olmadan bir şey almak isteyen müşteri gibidir.
- Hayırsız servet, altın kadehteki zehirli şerbet gibidir. (Ali Emîrî Efendi)
* * *
SAN'AT, ZİRAAT VE TİCARET
H.Ş.: Muhakkak Allahü Teâlâ sanatkâr mü'min kulunu sever.
ŞİİR:
Elde altın bileziktir san'at,
Ki verir ehline feyz ü rif'at.
H.Ş.: Her sanat üzerinde ehlinden yardım isteyin. (Her işi ehline yaptırın).
H.Ş.: Rızkınızı yerin derinliklerinde arayınız.
H.Ş.: Ziraatla uğraşınız! Onda hayır ve bereket vardır..
Cebrâil A.S.'ın tâlimi ile yeryüzünde ilk defa çiftçilikle uğraşan Âdem A.S.'dır.
Onun evlâdından bir çok enbiyâ ve sülehâ, zirâatla uğraşmıştır...
Ziraat, insan neslinin devamı için lüzumludur ve insanlara hayat ve zenginlik verir...
Hz. Ömer R.A. Eshab-ı Kiram'dan Zeyd b. Seleme Hz.'ni meyvecilikle uğraşırken görüp buyurdu:
- "Yâ Zeyd! Hakikaten isabet eyledin! Bu gibi kazançlar sâyesinde gözün tok, dinini korumakta herkesten ileri ve kavminin yanında şerefli olursun!..."
H.Ş.: Size ticaret ve cesaret tavsiye ederim. Zira rızkın onda dokuzu ticaret ve cesarettedir.
H.Ş.: Doğru tüccar kıyâmet günü Arş'ın gölgesindedir.
H.Ş.: Doğru tacir, iyilerle haşrolur.
* * *
MUHTELİF MEVZULAR
H.Ş.: Küçüğümüze şefkat, büyüğümüze tâzim etmeyen, bizim yolumuzda değildir.
H.Ş.: Vücut sağlığı ile (İslamî istikâmet üzere) yaşayana ne mutlu!..
H.Ş.: Hayâ îmandandır. (Hayâsızda iman yoktur.)
H.Ş.: Hayânın hepsi hayırdır.
H.Ş.: Hayâ hayırdan başka bir şey vermez. Çünkü) hayâ, hayırdan ibârettir.
H.Ş.: Allah'ın ahlâkıyla ahlâklanın!..
H.Ş.: Allahü Teâlâ nazîfdir (Pâk-temizdir), nezâfeti sever.
H.Ş.: Tedbir gibi akıl olmaz.
* * *
ŞİİR:
Etme tedbirinde noksan, gerçi takdirindir iş,
Hüsn-i tedbir eyle emrinde, Hüdâ takdir eder.
ŞİİR:
Varsa aklın re'y ü tedbirinde noksan eyleme.
Çünkü noksan eyledin, takdire bühtân eyleme.
Hz. Ali R.A. buyurdu:
- Kişinin edebi, altınından hayırlıdır.
- Kalbin kuvveti cür'eti, îma sağlamlığındandır.
- Kalbin sıkıntısı, tokluktandır.
- Kişinin sözü, düşüncesinden haber verir.
- Lüzumsuz sözü terk etmek, hikmettir. Fakat işleyen azdır.
Hz. Ömer R.A.’in memurlara talimatı:
- İhtiyaç sahiplerine kolaylık gösterin.
- Hiç kimseye zerre kadar zulmetmeyin.
- Gariplere yardım edin.
- Daima istişare ile iş yapın.
- Temizliğe dikkat edin.
- (Sizi ölüme götürecek olsa da) doğruluktan ayrılmayın.
- Ahmak ve cahillerle dost olmayın.
-Cenab-ı Hakk'ı zikredin. Çünkü zikir şifadır.
- İnsanların ayıplarıyla meşgul olmayın. Çünkü bu bir hastalıktır.
- Allah'tan korkun. Zira Allah'dan korkmayanın hayâsı yoktur.
- Allah korkusuyla gözyaşı dökün. Çünkü Allah için dökülen bir damla gözyaşı bin altın sadaka vermekten hayırlı ve cehenneme kalkandır...
* * *
İSLÂM BÜYÜKLERİNDEN
- Hak dostları; iman, İslâm ve ahlâk-ı Muhammedî’ye hizmeti gâye edinmiştir.
- Müslümanlar, kefâletle birbirlerine bağlıdır; müşterek din ve ahlâkın devamına çalışır.
- İhlâsla edâ edilen ibadetler, belâlara mânîdir; sahibini korur.
- İlâhî hükümlere uymak lâzımdır ki insana hiç bir şeyden zarar gelmesin.
- Musîbetler; Hakk'a davet, nûra hidâyet içindir.
- İbadetle nefsini terbiye eden, iki cihanda izzet sahibi olur.
- Dinsiz dünya, ruhsuz ceset gibi kokar. Din, insanın dostudur. Her iyiliğe onunla ulaşılır.
- Bu dinin garip anlarında hizmet eden, kerâmetini görmeden ölmez.
- Kitaplar deniz fenerleri gibidir; insanlığa hak yolu gösterir.
- Bu dünya istirahat için değil, imtihan içindir.
- Mü'min için dünyada zarar yoktur. Çektiklerinin hepsi menfaatinedir.
- Allah dostlarının imdadıyla âlemde olmayan iş yoktur.
- Allah dostları kimseye dokunmazlar; lâkin, onlara dokunanlar zarar görür. Zira onlarının kılıcı kınında değildir...
- Allah dostlarının ölümü, gafillerin gözlerinden kaybolmaktan ibarettir.
- Evliyâullah'ın ölümünden sonra tasarrufu, kından çekilmiş kılıç gibi daha kuvvetlidir.
- İnsanları uyarmak, yaş odunları üfleyerek tutuşturmaya benzer.
* * *
- Gençliğini boşa harcama, onu kıymetlendirmeğe bak.
- Herkesçe beğenilen güzellik ahlak güzelliğidir. Ahlâkı güzel insan her yaşta güzeldir.
- Ahlâkını güzelleştirmeye çalış. Çünkü güzel ahlâk en büyük sermâyedir.
- Dost ol ki, sana da dost olsunlar.
- Büyüklere hürmet et ki, büyüdüğünde sana da hürmet etsinler.
- Ana-baba âhı alma. Çünkü ana-baba âhı zehri içen kurtulmaz.
- Küçüklere şefkatli ol ki, büyüdüklerinde onlardan şefkat beklemeye hakkın olsun.
- Kusurlarınla meşgul ol ki, onları tâmir edesin.
- İyiliğe karşı iyilik adâlet, iyiliğe karşı kötülük cinâyet, kötülüğe karşı iyilik ihsan ve iyilik severlik ve insanlığın en yüksek mertebesidir.
-Alçak gönüllü ol. Mütevazı insan meyve ağacına benzer. Dalın eğilmesi meyve çokluğundandır.
- Dünyaya gelmekten maksat, Allah'a ve dinine hizmet etmektir.
- İnsanda mânevî terakkî, İslâm'a hizmeti nispetindedir.
- Bu dünyada hizmet için yaşanır. Hizmetsiz yaşamanın kıymeti yoktur.
- Mahviyet insana büyük devlet, kibir hasımdır.
- İnsanoğlu ölünceye kadar ikaz şırıngasına muhtaçtır.
- Yirmi dört saat Allah'ı anmayan, nefsi ile beraberdir.
- Nûru olan diridir. Nûru olmayan ölüdür. Çünkü ruh, nurdur.
- Hz. Allah kendi yolunda vefâkâr, cefâkâr, fedâkârâne, ivazsız, garazsız hizmet edenlerden razı olur.
- Kâinatta en büyük nimet, irşad olunmak, nûra kavuşmaktır.
- İnsan için kusurunu bilmemek, en büyük kusurdur.
- Nefs-i Emmâre kepâzeliğe, Rûh-u Melekî de füyûzata tecelliyata doymaz.
- Hiç kimsenin cennete girmeye garantisi yoktur. Vazife ve seccâde başında geçirdiğimiz vakitleri az buluyorum. Artırma yolunu aramalıyız.
- Sohbet, hem konuşana, hem dinleyene tesir eder.
- Kibir ve itaatsizlik, aftan uzaktır.
- Benlik insana her şeyi kaybettirir.
- Nisyan (unutkanlık), isyandandır.
- İbadeti âbid de fâsık da yapar. Günahtan sakınmak sıddıkların kârıdır.
* * *
"- Ey Aziz! Akıl ve ilim sahipleri:
1- İşini beceriksizlere ısmarlamaz.
2- Kötülüğe heves etmez. Göçeceği âleme eli boş gitmek istemez...
3- Yumuşak huylu ve mütevazı olur.
4- Tuz ekmek bile olsa dağıtmaktan geri kalmaz.
Ey Oğul! Adalet göstermek istiyorsan emrin altındakilere iyi davran.
Verdiği nasihati kendisi tutan, başkalarına tesir eder. Söyledikleriyle amel etmeyenin sözünde tesir olmaz, onu kimse dinlemez, ve sevmez...
Ey Akıl Sahipleri!
Şeriat kapısında çirkin görülen ne varsa ondan uzaklaşın!
İşiniz baştan sona dürüst gitsin istiyorsanız, isteklerinize değil, din büyüklerine uyun, onlarla istişare edin..." (Feridüddin-i Attar K.S.)
* * *
Câfer-i Sâdık K.S. İmam-ı Âzam Rh. A.'e:
- Akıllı kimdir? diye sordu.
Ebu Hanife Hz.:
- Hayrı şerri ayırabilendir, dedi.
Câfer-i Sâdık K.S.:
- Bunu atlar da anlar. Kendisine yem verenle dövüp vuranı bilir, dedi.
Ebû Hanife:
- Yâ Sâdık! Size göre akıllı kim? dedi.
Cafer-i Sâdık Hz.:
- İki hayır zuhur ettiğinde mühim olanı seçendir, buyurdular...
* * *
"- Ey İnsanlar!..
Ölü iseniz kabre,
Deli iseniz tımarhâneye,
Çocuk iseniz mektebe gidin,
Kul iseniz kulluk vazifenizi yerine getirin". (Şakîk-i Belhi K.S.)
* * *
Genç Kardeşim!
- Münâfık ve inkârcılardan yüz çevir, onlara karışma! Dâima doğru ol, hakkı söyle!..
- Kâinâtın ömrüne nispetle bizim ömrümüz bir andan ibârettir. Bu kısa zaman, şerre âlet olmağa, kötü nam salmaya, değer mi?...
- Nefsini terbiye etmeye çalış, onun isteklerini yapma; helâk olursun. Zira nefsin istekleri rahmânî değil, hayvanî ve şeytânîdir.
- Nefse ve şeytana fırsat vermez, Allah'ın emirlerine uyar, O'nu seversek işlerimiz yolunda gider. Şu halde:
Allah'a bağlan,
Peygambere uy,
Kazaya rıza göster,
Selâmet yolu seç,
Hakkı kabul et... Bahtiyar olursun!
- İnsanın nefsini bilmesi irfanına işaret ve kurtuluşa sebeptir.
- Din-i Celil-i İslâm'a sebatla hizmet etmek azimli ve iyi niyetli olmanın delilidir...
- Her insan bu cihana bir vazifeyle gelir. Bu vazife bazılarında hayır, bazılarında şerle alâkalıdır. O ne bahtiyar insan ki, hayır için yaratılmış...
- İnsan için Hakk'ı sevmek, Hakk'a hizmet etmek ve nihayet, Hakk'ın cemâline ermekten büyük saadet yoktur.
Unutma! Güçlüğün ardından kolaylık, çalışmanın ardından muvaffakiyet, karanlığın ardından aydınlık, sabrın ardından zafer gelir...
- Sen Allahü Teâlâ'nın hakkını koru ki, Allah da seni korusun...
- İnsan; şekli, aklı ve hizmeti îtibarıyla en şerefli mahluktur. Mazhar-ı kül. Maddî ve mânevî ilâhî nîmetlere lâyık görülüp övülmüştür. Kadrini bil...
* * *
GENÇLERE ŞİİRLER
İNSANLARLA MÜNASEBET
Nâdânlar eder sohbet-i nâdânla telezzüz
* * *
Allah'a sığın şahs-ı halîmin gazabından
Zirâ yumuşak huylu atın çiftesi pektir.
* * *
En ummadığın keşfeder esrâr-ı derûnun
Sen herkesi kör, âlemi sersem mi sanırsın
* * *
Düştü derde münkir-i gaddâra burhan gösteren
Buldu râhat kendini nâdâna nâdân gösteren
* * *
Dersen ey yâr, "Cümleden ârif olan kimdir?",derim:
Setr-i irfân eylemekle halk'a irfân gösteren.
* * *
Hak Teâlâ kimseyi bir ferde muhtaç etmesin...
Yoksa halkın ettiği ihsana değmez minneti.
Sen usandırmâ eli, el de usandırmaz seni.
Hilekârlık eyleme kimse dolandırmaz seni.
Dest-i âdâdan soğuk su içme kandırmaz seni.
Korkma düşmandan ki, âteş olsa yandırmaz seni.
Müstakîm ol Hazret-i Allah utandırmaz seni.
TEVÂZU
Mazhar-ı feyz olamaz düşmeyîcek hâke nebat,
Mütevazı olanı rahmet-i Rahman büyütür.
* * *
İrtifâ-ı kadr için lâzım tevâzû âdeme
* * *
Beyim ululuk kemâl iledir.
ŞÜKÜR
Tende kudret nerden olsun nîmet-i cân şükrüne,
* * *
ADALET-ZULÜM
Kâşâne-i gerdûn yıkılır âha dayanmaz,
* * *
Zâlimin rişte-i ikbâlini bir âh keser,
Mânî-i rızk olanın rızkını Allar keser.
* * *
Hüdâ saklar hatâlardan adâlet eyleyen şâhı.
Ne gam dünyada, ukbâda olursa fî-emânillah.
* * *
Zâlim yine bir zulme giriftâr olur âhir.
Elbette olur ev yıkanın hânesi virân.
* * *
Zâlim bulur elbette bu dünyada belâsın,
Ettikleri kalmaz biliriz rûz-ı cezâya...
* * *
Her kim ki dünyada keskindir dişi,
Mutlak bir belâya çatar demişler.
* * *
SEBAT
Her hangi işin ehli isen anda devam et!
NEFİS
Nefsin seni râm etmeye, sen nefsini râm et!
* * *
Nefs-i emmâreye uymak ne hatâ!
Hep onundur bu emmârât-ı hevâ.
Bana hiç nefs-i emmârem gibi sû-i karîn olmaz.
Seyyiât insana nefs-i kemterîninden gelir.
* * *
Düşmen-i nefis ile dost olma sakın!
* * *
Haricî hasmı helâk etme değildir, erlik.
Vuragör nefs ü hevâ ejderini, Rüstem isen...
* * *
KULLUK
* * *
ŞU YALAN DÜNYA
Kısmetindir gezdiren yer yer seni.
Gaafil olma âkibet yer, yer seni.
* * *
Mâlı çok yığma hazer eyle azâbından kim,
* * *
Ey hâce tutuldu nefesin kabre de girdin.
Bu âleme sığmam der idin, şimdi ne dersin?
* * *
Mülk-ü dünya kimseye kalmaz, sonu berbâd olur.
Ey Muhibbî! Şöyle farz et kim, Süleyman olmuşuz.
* * *
Ne kadar şâyî olsa da şânın,
Âkıbet iki taştır nişânın...
* * *
Seyretti hevâ üzre denir taht-ı Süleyman.
Ol saltanatın yeller eser şimdi yerinde.
* * *
Fikr-i müstakbel ü mâzîyi bırak ârif isen.
Böyledir hâl-i zamân, bir var imiş bir yok imiş...
* * *
SÖZ VE SUKUT
Söz altundur, gönül levhinde derc et,
Terâzîye vur, ondan sonra harc et.
Kelâmından olur zâhir, kişinin kendi mikdarı.
* * *
Elinle ettiğin hayrı, dilinle eyleme zâyî.
* * *
Az söz erin yüküdür.
Çok söz hayvan yüküdür.
Bilene bir söz yeter,
* * *
Yâ söyle sözü güher nisâr et,
* * *
İnsanoğlunu bahtiyar eden ve iki cihanda saadet ve sefâya sebep olan ilâç; İlâhî hükümlerde, Rasûl'ün yolunda, büyüklerin izindedir. Vesselâmü aleyküm...
SON SÖZ
Söylemekten söz uzar, artar emek.
Söyleyenden dinleyen ârif gerek.
Hâmûş hâmûş: Sessiz sessiz
Samt-ı nâlân: İnleyen sükûnet
Avâlim: Ålemler
Sâye: Gölge.
[4] Câh: Makam, Mevkî.
[5] Nân: Ekmek.
[6] Kâşâne-i gerdûn: Dünya köşkü.
[8] Mânend-i şecer: Ağaç misâli.
[9] (Düzd-i hânegî: Ev hırsızı...)
[10] Bende: Kul.
[11] (Renc: Mihnet)
[12] (Güher: Mücevher...)
[13] (Güher nisâr et: Mücevher saç...)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)