Prof. Dr. M. Yaşar Kandemir
2004 - Eylul, Sayı: 223, Sayfa: 028
2004 - Eylul, Sayı: 223, Sayfa: 028
Sevgi kalplerin canı, ruhların gıdasıdır. Sevmeyen kalp ölüdür.
Bütün sevgiler, o duyguyu var edene, onu kalbimize koyanadır.
Kendini yaratanı sevmeyen kalp, ruhunu yitiren bedenden daha soğuktur.
Mü’min sevdiğini Allah için sevmelidir; bu onun en belirgin özelliklerinden biridir.
Sevdiğini Allah rızâsı için sevmek, esasen Allah’ı sevmektir.
Hatta Peygamber aleyhisselâm’a duyulan muhabbetin kaynağı da Allah sevgisidir.
İnsan sevdiği kimseyi akrabası olduğu için, aralarında iş ve menfaat bağı bulunduğu için değil, Müslüman olduğu için sevmelidir.
Allah rızâsı için sevdiği kardeşinin din ve dünyasının mükemmel olmasını arzu etmeli, başına bir sıkıntı gelmemesini dilemelidir.
Böylece din kardeşine karşı kalbinde doğabilecek kötü duygulara fırsat vermemelidir.
Müslümanlar Kardeştir
İmanın zevkine varabilmenin önemli şartlarından biri, sevdiği kimseyi Allah için sevmektir. (Buhârî, Îmân 9, 14)
Sevmediği kimseyi, başka bir sebeple değil, sırf Allah rızâsı için sevmemek de Cenâb-ı Hakk’ın değer verdiği erdemli bir davranıştır. (Ebû Dâvûd, Sünnet 3)
Demek ki sevgi de, nefret de dünyevî bir maksat için değil, sadece Allah rızâsı için gösterilmelidir.
Maddî bir çıkar, bedenî bir haz ümidiyle birini sevmenin veya menfaatine engel olduğu için birinden nefret etmenin Allah katında hiç önemi yoktur.
Allah için beslenen sevgi, sevilenin bir iyiliği sebebiyle artmayacağı gibi, verdiği bir sıkıntı yüzünden de azalmaz.
Peygamber Efendimiz’in anlattığı şu canlı sevgi örneğini imrenerek dinleyelim:
Vaktiyle adamın biri, bir başka köydeki din kardeşini ziyâret etmek için yola çıktı. Allah Teâlâ, onu gözetlemek ve kendisiyle konuşmak için bir meleği görevlendirdi.
Melek, adamın geçeceği yol üzerinde onu beklemeye başladı. Yanına gelince:
“Nereye gidiyorsun, kardeş?” diye sordu.
“Şu ilerideki köyde bir din kardeşim var, onu ziyârete gidiyorum.”
“O senin akraban mı?”
“Hayır.”
“Ondan elde etmek istediğin bir menfaatin mi var?”
“Hayır. Ben onu sırf Allah rızâsı için seviyorum; ziyâretine de bu sebeple gidiyorum.”
O zaman melek şunları söyledi:
“Sen onu nasıl seviyorsan Allah da seni öyle seviyor.
Ben, bu müjdeyi vermek için Allah Teâlâ’nın sana gönderdiği elçisiyim.” (Müslim, Birr 38; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 462, 508)
Gördüğünüz gibi, Allah için beslenen sevginin karşılığı, Allah tarafından sevilmektir.
Allah’a gönül veren kimse bütün mü’minleri sever; onların kendi kardeşi olduğunu düşünür. Müslümanları Cenâb-ı Hakk’ın da sevip kendi yoluna ilettiğini ve İslâmiyet’le şereflendirdiğini bilir.
İyi bir mü’min, bütün Müslümanlara değer verir. Onların dokunulmaz haklarına saygı gösterir; kendilerine dua eder; iyiliklerini ister; kusurlarını örtmeye çalışır.
Dünyada Müslümanlara kin beslemek, haset etmek, kötülüklerini istemek bir mânevî hastalıktır. Allah Teâlâ onları cennete koyunca, gönüllerindeki bu tür marazî duyguları tamamen yok edecektir. (A’râf 7/43; Hicr 15/47)
Bunu böyle bilmeli ve gönül hastalıklarından kurtulmaya çalışmalıdır.
Sevdiğini Söylemek
Müslüman; din kardeşlerine muhabbet beslemeli, hele ahbap ve arkadaşlarını daha çok sevmelidir. Peygamber Efendimiz’in Mekke’den göç eden muhâcirler ile Medineli ensârı birbirine kardeş yaptığını dikkate almalı, gönül dostlarını has kardeşleri kabul etmeli, onlara olan muhabbetini ziyadeleştirmelidir.
Muhabbeti büyütüp geliştiren sebeplerden biri, sevgiyi dillendirmektir. Bunu bize sevgili Efendimiz öğretmiştir.
Bir gün Efendimiz’in yanında oturan bir adam, yoldan geçen şahsı Kâinâtın Efendisi’ne gösterdi:
“Yâ Resûlallah! Ben şu adamı çok seviyorum” dedi.
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve selem:
“Onu sevdiğini kendisine söyledin mi?” diye sordu.
“Hayır, söylemedim” deyince:
“Hemen git ve ona kendisini sevdiğini söyle!” buyurdu.
Sahâbî yerinden kalktı; o zâtın arkasından yetişti ve:
“Ben seni Allah rızâsı için seviyorum” dedi.
O da ona şu nefis cevabı verdi:
“Beni rızâsı için sevdiğin Allah da seni sevsin.” (Ebû Dâvûd, Edeb 112, 113; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 140-141, 150)
Peygamberler Sultanı, sevgiyi dile getirmeye işte böyle önem verirdi. “Bir kimse din kardeşini sevdiği zaman, bunu ona söylesin” buyururdu. (Ebû Dâvûd, Edeb 112, 113; Tirmizî, Zühd 54; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 130)
Şunu iyi bilmelidir: Kıyamet gününde, hiçbir gölgenin bulunmayacağı o korkunç mahşer yerinde, Cenâb-ı Hak yedi grup insana arşının gölgesini ikrâm edecektir. Bu bahtiyarlardan biri Allah rızâsı için birbirini sevenlerdir. (Buhâri, Ezan 36, Zekât 16, Rikak 24; Müslim, Zekât 91)
Allah İçin Sevmemek
Allah Teâlâ, İslâmiyet’e ve Resûlullah’ın kişiliğine aktif bir şekilde düşmanlık besleyenlerin kesinlikle sevilmemesini istemiş; şayet bu din düşmanları bir Müslümanın babası, oğlu, kardeşi veya akrabası bile olsa onlara gönlünde yer vermemesini emretmiştir. (Mücâdele 58/22)
İslâm düşmanları hem Allah’ın hem de Müslümanların düşmanıdır. Onlara kesinlikle şefkat gösterilmeyecektir. (Mümtehine 60/1)
Günümüzde yaşayan ve bu özellikleri taşıyan kimseleri sevmeyeceğiz. Onların, daha önce yaşamakla beraber, fikir ve düşünce planında arkadaşları olan, tarih boyunca peygamberlere ve onların getirdiği dine düşmanlık besleyen kimselerden, özellikle de Firavun, Nemrut, Ebû Cehil gibi önde gelen din düşmanlarından nefret edeceğiz. Çünkü hakikati inkâr edenleri Allah da sevmez ve onları kendi düşmanları kabul eder. (Âl-i İmrân 3/32; Bakara 2/98)
Muhabbet Testi
Dindarlığımızın derecesini şöyle bir muhabbet testiyle ölçebiliriz:
Eğer;
Allah’ı ve Resûlullah’ı dünyadaki her şeyden daha fazla seviyorsak;
din kardeşimize, dünyevî bir çıkar, bedenî bir haz sebebiyle değil de, sırf Allah rızâsı için muhabbet besliyorsak;
Müslümanların dokunulmaz haklarına saygı gösteriyor, kusurlarını örtmeye çalışıyorsak;
onlara kin beslemiyor, haset etmiyorsak:
kendimiz için istediğimiz iyi ve güzel şeyleri din kardeşlerimiz için de istiyor, kendimiz için istemediğimiz şeyleri onlar için de istemiyorsak;
sevmediğimiz kimseyi, menfaatimize engel olduğu için değil, Allah’a, Resûlullah’a ve İslâmiyet’e aktif bir şekilde düşmanlık beslediği için sevmiyorsak,
işte o zaman imanımıza güvenebiliriz.
Cimrilik Etmeyelim
Fırsatı yakalamışken burada bir şeyi daha hatırlatmak istiyorum.
İnsanın eliyle cüzdanı arasında bir mesafe varsa, ona cimri, yoksa cömert denir. Bunu herkes bilir.
Ama diliyle gönlü arasında dağlar kadar mesafe bulunduğu için, sevdiğine olan muhabbetini bir türlü dile getiremeyen kimseye acaba ne ad vermelidir? Bunu ben bilmiyorum. Ona cimri demenin çok hafif kalacağını düşünüyorum.
İnsan bir gün ölümün eşiğine geldiğinde, hayatın en ucuz, ama en değerli servetini, yani “seni seviyorum” demeyi sevdiklerinden esirgediğini yüreği yanarak hissedebilir. Lâkin vakit geçmiş olabilir.
Böyle bir acıyı yaşamamak için, henüz fırsat varken, sevgili hayat arkadaşına, oğluna, kızına, anasına, babasına, dostuna, arkadaşına, sözün kısası bütün sevdiklerine, hiç cimrilik etmeden sevgisini dillendirmelidir.
Kısacası; Allah’ın esirgemeden verdiğini, kulundan esirgememelidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder