Takvâ sahiplerine müttekî denir. Öyle ise takvâ ne demektir, hangi mânâları içerir? Takvanın şartları ve kısımları nelerdir? Avamın ve havasın takvaları farklı mıdır?
Zünûn-u Mısrî’ye göre müttekî o kimsedir ki, dış yüzünü, zâhirini şeriat ahkâmına karşı çıkmak, iç yüzünü bâtınını ise illetli şüpheli olan şeylerle kirletmez.
Takvâ: Katıksız ve hâlis helal olan şeylere riâyetle olur. Şüphenin karıştığı yerde takvâ olmaz.
Bir müttekî örneği: İbni Sîrîn bir keresinde kırk külek yağ almış. Bunlardan birinde fare çıkmış, işçisi hangisinden çıktığını bilemeyince hepsi şüpheli hâle düştüğü için tamamındaki yağları döktürmüş. İşte takvâ, işte müttekî bir zât![2]
Ehl-i tasavvuftan takva ile alâkalı bazı târifleri aktardıktan sonra şimdi de, büyük müfessir Hamdi Yazır’ı dinleyelim.
Takvâ: Lügat mânâsı ile şöyledir: Vikâye, fartı siyanet yani haram ve şüpheli şeylere karşı gâyet iyi korunup sakınmaktır.
Diğer bir tarifle, sipere girip düşmandan korunmak demektir.
Şer’î mânâsı ise şöyledir: İnsanı azaba götürecek, Allahü Teâlâ’nın yasakladığı fiilleri işlemekten, emirlerini de terkten korunmaya, vikâye ve takvâ denir.
Bir kimsenin ehl-i takvâdan olup müttekîler zümresine dahil olabilmesi için birinci şart, büyük günahlardan içtinap, kaçınmak; ikinci şart, haram şüphesi bulunan helallerden, yani kerâhet-i tahrîmiye ile mekruh olanlardan sakınmak; üçüncü şart, (Hadis): “Kul, be’s olan şeyden sakınmak için lâ be’sebih olanı terk etmedikçe, müttekîlerden olamaz” buyurulmuştur. Açıklaması: İşlenilmesi zararlı olan küçük küçük günahlardan sakınmak için işlenilmesinde sakınca olmayan, ancak işlenilmemesi yine de iyi olanlardan sakınıp kaçınmadıkça müttekîlerden olamaz demektir.
Özetle; bir kişi takvâ sahibi olabilmesi için, mubah olanları bile terk etmemsi gerekir. Yani: İşlenilmesine ruhsat verilmiş, müsâade edilmiş, olabilir, denmiş şeyleri bile işlemeyi terk etmedikçe müttekîlerden olamaz.[3]
Şeriat kıldan ince diye buna derler.
Gönlümüze biraz su serpip takvânın hangi derecesindeyiz, makamımız neresi olabilir onu görelim.
Takvânın çeşitli dereceleri vardır, denilmiştir. Avamın takvası, şirkten sakınmak; havasın takvâsı, günahın her çeşidinden sakınmak; evliyânın takvası, yaptığı amelleri Hakk’a ulaşmak için değil de sevap kazanmak için vesile bilmekten ibarettir.[4]
Allah’ın fazlı olmasa, bizim yaptığımız ameller, O’na bizi kavuşturmaz.
Kur'an-ı Kerîm’de ittikâ ve takvâ üç mertebe üzerine zikrolunmuştur:
a-Ebedî cehennemde kalmaya sebep olan, Allah’a şirk koşmaktan sakınmak.
b-Büyük günahları işlemekten içtinap ve kaçınarak, küçük günahlarda ısrardan da vazgeçip ferâiz-i ilâhîyi edâ edip yerine getirmektir.
c-Kalbini Hak’tan meşgul edecek her şeyden paklayıp temizleyerek bütün mevcûdiyeti ve âzâların zâhir ve bâtını ile Hak Teâlâ’ya teveccüh ve yönelmek ile olur. Bu: “Ey müminler! Allah’tan hakkıyla korkun” âyet-i kerimesiyle emredilen takvâyı hakîkîdir.[5] Vesselâmü alâ men ittebeal hüdâ.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder