Ezelî isti’dâdı olan, az sayıda bazı nasipli Müslümanların, Kur’an hizmetlerine destek verirken, Bayram yapar gibi sevinçle hayır yapmalarını büyük bir hayranlıkla izlerken, birçok zengin Müslümanların ise, (sanki) aslında fakirin hakkını değil de, kendi canının parçasını
veriyormuş gibi zorlandığını ve Kur’an dâvasına bir türlü gönül vermediklerini de, dehşet içinde seyredip duruyoruz. Tam da, Zekâtın verileceği yer, açıkça önüne çıktığı halde :
veriyormuş gibi zorlandığını ve Kur’an dâvasına bir türlü gönül vermediklerini de, dehşet içinde seyredip duruyoruz. Tam da, Zekâtın verileceği yer, açıkça önüne çıktığı halde :
-Kur’an talebesine ve onları barındıran Derneklere Zekât verilebilir mi? Diye hâla sorup duran Müslümanları anlamak mümkün değildir.
Şimdi, meseleyi hiç uzatmadan, bir kısım yorumlar katmadan, doğrudan doğruya Tefsirden aktarmak suretiyle :
أَنْ أَقِيمُوا الدِّينَ وَلَا تَتَفَرَّقُوا فِيهِ
"DÎN’İ AYAKTA TUTUN VE ONDA AYRILIĞA DÜŞMEYİN” (42. Şura suresi-13)
Şeklindeki “Üssül’Esas = Allahın Temel kanunu” olan âyet’i kerimenin Ruhuna sahip isimsiz kahramanları bir hatırlatmak istiyorum.
Evet, Farz olan Zekât Kime verilmeli?
لِلْفُقَرَاء الَّذِينَ أُحصِرُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ لاَ يَسْتَطِيعُونَ ضَرْبًا فِي الأَرْضِ يَحْسَبُهُمُ الْجَاهِلُ أَغْنِيَاء مِنَ التَّعَفُّفِ تَعْرِفُهُم بِسِيمَاهُمْ لاَ يَسْأَلُونَ النَّاسَ إِلْحَافًا وَمَا تُنفِقُواْ مِنْ خَيْرٍ فَإِنَّ اللّهَ بِهِ عَلِيمٌ
“(Zekât ve Sadakalarınızı) Allah yolunda kapananlara, Din yoluna adamış olanlara verin. Onlar, öteye beriye koşup dünyalık kazanamazlar. İffetlerinden dolayı halden anlamayan câhil kimseler onları zengin zanneder. Sen onları simalarından tanırsın.
İnsanlardan ısrarla bir şey istemezler. Artık hayır namına ne verirseniz, muhakkak Allah onu bilir” (Bakara 273 sh-47 Sadeleştirilmiş Elmalılı tefsiri 2-227) (Elmalılı Tefsirinden aynen)
Madem ki sadakalarınız Allah içindir, o halde mü’mine de, kâfire de, Allah rızâsı için tatavvu ve nâfile olarak sadaka verebilirsiniz. her birine verdiğiniz sadakalardan ayrı ayrı sevap kazanabilirsiniz. Fakat en iyisi hangisidir? Ve vermekle emrolunduğunuz farz olan sadakalar kimlerin hakkıdır?... Bu cihete gelince : Vermekle emrolunduğunuz, borcunuz olarak ödemekle mükellef bulunduğunuz infak
ve sadakalar :
لِلْفُقَرَاء الَّذِينَ أُحصِرُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ
Allah yolunda tutulmuş, din uğrunda ilme, cihad'a kendini adamış,
لاَ يَسْتَطِيعُونَ ضَرْبًا فِي الأَرْضِ
Yeryüzünde gezip dolaşamayan, şuraya buraya gidemeyen.. Yani Allah yolunda meşguliyetlerinden dolayı geçimini kazanmaya gücü yetmeyen fakirler içindir ki,
يَحْسَبُهُمُ الْجَاهِلُ أَغْنِيَاء مِنَ التَّعَفُّفِ
Halden anlamayan câhil kişi, onları iffetli ve haysiyetli olmalarından dolayı zengin sanırlar.
تَعْرِفُهُم بِسِيمَاهُمْ
Sen onları simâlarından tanırsın.
Dikkat edildiği zaman hallerinde görülecek edeb ve nezâhet ve yüzlerinde müşâhede olunacak fakr-u zaruret izleri gibi alâmetlerinden onları tanırsın.
EVET : Sadakaların kimlere verileceğini bildiren bu âyet-i kerime, (esas itibariyle devamlı Resulüllah’ın ders halkasına oturan ve) Ashâb-ı suffe adı verilen fakir muhâcirler hakkında nâzil olmuştur ki dört yüz kişi kadar oluyorlardı. Ashâb-ı Suffe’nin Medine’de, ne bir meskenleri, ne aşiret ve akrabaları, ne de kazanç getirecek bir meslekleri yoktu. Hep Hz. Peygamberin mescidine devam ederler, Mescidin sofasında ikamet eder, orada yatar kalkarlardı. Kur’ân ilmini tahsil ederler, Hz. Peygamber’in va’z ve derslerini takip ederlerdi.
Hülâsa, Umumiyetle oruçlu bulunan bu sahâbeler, Hz. Peygamberin dersânesinin, hayatlarını Allah yoluna, ilim ve ibadete adamış talebeleriydi. Ve her ne zaman bir gazâ, bir muhârebe olursa koşar, hemen iştirak ederlerdi. Buna binâen idi ki âlem-i islâmda Medreseler hep, mübarek câmilerin etrafında yapılmış ve Medrese mensubu ilim irfân talebelerinden de Ashâb-ı suffenin ahlâkı ve davranış biçimi beklenir olmuştur.
İlim tahsili ibâdettir. Din uğurunda her türlü sıkıntıya tahammül ederek iffeti muhafaza edip, dini yaymaya hizmet etmek cihâd’dır. (Sadeleştirilmiş Elmalılı tefsiri 2-227)
İşte bunun içindir ki, Tevbe suresi 122. âyet’i kerimede :
İnsanlardan ısrarla bir şey istemezler. Artık hayır namına ne verirseniz, muhakkak Allah onu bilir” (Bakara 273 sh-47 Sadeleştirilmiş Elmalılı tefsiri 2-227) (Elmalılı Tefsirinden aynen)
Madem ki sadakalarınız Allah içindir, o halde mü’mine de, kâfire de, Allah rızâsı için tatavvu ve nâfile olarak sadaka verebilirsiniz. her birine verdiğiniz sadakalardan ayrı ayrı sevap kazanabilirsiniz. Fakat en iyisi hangisidir? Ve vermekle emrolunduğunuz farz olan sadakalar kimlerin hakkıdır?... Bu cihete gelince : Vermekle emrolunduğunuz, borcunuz olarak ödemekle mükellef bulunduğunuz infak
ve sadakalar :
لِلْفُقَرَاء الَّذِينَ أُحصِرُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ
Allah yolunda tutulmuş, din uğrunda ilme, cihad'a kendini adamış,
لاَ يَسْتَطِيعُونَ ضَرْبًا فِي الأَرْضِ
Yeryüzünde gezip dolaşamayan, şuraya buraya gidemeyen.. Yani Allah yolunda meşguliyetlerinden dolayı geçimini kazanmaya gücü yetmeyen fakirler içindir ki,
يَحْسَبُهُمُ الْجَاهِلُ أَغْنِيَاء مِنَ التَّعَفُّفِ
Halden anlamayan câhil kişi, onları iffetli ve haysiyetli olmalarından dolayı zengin sanırlar.
تَعْرِفُهُم بِسِيمَاهُمْ
Sen onları simâlarından tanırsın.
Dikkat edildiği zaman hallerinde görülecek edeb ve nezâhet ve yüzlerinde müşâhede olunacak fakr-u zaruret izleri gibi alâmetlerinden onları tanırsın.
EVET : Sadakaların kimlere verileceğini bildiren bu âyet-i kerime, (esas itibariyle devamlı Resulüllah’ın ders halkasına oturan ve) Ashâb-ı suffe adı verilen fakir muhâcirler hakkında nâzil olmuştur ki dört yüz kişi kadar oluyorlardı. Ashâb-ı Suffe’nin Medine’de, ne bir meskenleri, ne aşiret ve akrabaları, ne de kazanç getirecek bir meslekleri yoktu. Hep Hz. Peygamberin mescidine devam ederler, Mescidin sofasında ikamet eder, orada yatar kalkarlardı. Kur’ân ilmini tahsil ederler, Hz. Peygamber’in va’z ve derslerini takip ederlerdi.
Hülâsa, Umumiyetle oruçlu bulunan bu sahâbeler, Hz. Peygamberin dersânesinin, hayatlarını Allah yoluna, ilim ve ibadete adamış talebeleriydi. Ve her ne zaman bir gazâ, bir muhârebe olursa koşar, hemen iştirak ederlerdi. Buna binâen idi ki âlem-i islâmda Medreseler hep, mübarek câmilerin etrafında yapılmış ve Medrese mensubu ilim irfân talebelerinden de Ashâb-ı suffenin ahlâkı ve davranış biçimi beklenir olmuştur.
İlim tahsili ibâdettir. Din uğurunda her türlü sıkıntıya tahammül ederek iffeti muhafaza edip, dini yaymaya hizmet etmek cihâd’dır. (Sadeleştirilmiş Elmalılı tefsiri 2-227)
İşte bunun içindir ki, Tevbe suresi 122. âyet’i kerimede :
وَمَا كَانَ الْمُؤْمِنُونَ لِيَنفِرُواْ كَآفَّةً فَلَوْلاَ نَفَرَ مِن كُلِّ فِرْقَةٍ مِّنْهُمْ طَآئِفَةٌ لِّيَتَفَقَّهُواْ فِي الدِّينِ وَلِيُنذِرُواْ قَوْمَهُمْ إِذَا رَجَعُواْ إِلَيْهِمْ لَعَلَّهُمْ يَحْذَرُونَ
“Mü’minlerin hepsinin topyekün sefere çıkmaları uygun değildir“ Buyurulmuştur. İslâm ilmi talebelerinin, bütünüyle muharebeye gitmemesi ve ilim tahsiline kesiklik verilmemesi gerektiği de beyan olunmuştur. (Tevbe sh-207)
Abdullah bin Abbas Hazretlerinden vâki olan rivayete göre :
Bir gün Resulüllah sallellahu aleyhi vesellem Ashâb-ı suffenin başlarına durmuş hallerini nazar-ı tetkikten geçirmiş idi. Fukaralıklarını, çekmekte bulundukları zahmetleri gördü ve kalplerini hoşnud edip buyurdu ki :
«Ey Ashâb-ı suffe size müjdeler olsun ki her kim şu sizin bulunduğunuz hâl ve sıfatta olur ve bulunduğu halden râzı olarak bana kavuşursa o benim refıkım, akadaşımdır»
İşte bu âyet-i kerime de, bunlar hakkında nâzil olmuştur. (Sadeleştirilmiş Elmalılı tefsiri 2-227)
Şu da var ki, Allah rızası için düşmana karşı nöbet bekleyen veya Allah rızası için Medreselerde dirsek çürüten (ilim talebeleri) veya Allah rızâsı için nefsini millet hizmetine vakfetmiş ve bu ahvâl içinde mâl ve milki yok, muhtaç olmakla beraber nafakasını kazanmaya vakit bulamayan veya vakit bulduğu halde gücü yetmeyen yoksul ve fakir Müslümanlar, nerede ve ne zaman yaşamış olursa olsunlar bu âyet-i kerimenin kapsamı içine girerler.
Bunlar, verilecek infâk ve sadakaların verilecek en güzel yeri olarak, tercih sırasında daima başta gelirler. (Sadeleştirilmiş Elmalılı tefsiri 2-230)
(Resulüllah sallellahu aleyhi vesellem efendimiz :
“İlim öğrenene zekât vermek câizdir. Velev ki kırk yıllık nafakası olsun” buyurmuştur. (İlim, din ilmi yani, öğrenilmesi farz’ı ayn veya farz’ı kifâye olan ilimdir. Fz.).
TEFSİRDEN AYNEN :
وَمَا تُنفِقُواْ مِنْ خَيْرٍ
İyi bilinmelidir ki, gerek özel olarak bu ilim yolunda olanlara ve gerek umumi olarak bütün ihtiyaç sahiplerine her hangi bir mâl infâk ederseniz..
Yahut maldan, çabadan, ilimden, nasihatten, irşâd'dan, vücudunuzla hizmetten, bir şey ikrâm ederseniz, hatta saygı, sevgi gösterisi ve selâmdan her hangi bir iyilik gösterirseniz :
فَإِنَّ اللّهَ بِهِ عَلِيمٌ
“Muhakkak ki, Allah onu bilir; emeğinizi boşa çıkarmaz, karşılığını verir” (Elm.tefsiri 2-273)
Binâenaleyh, veriniz efendiler veriniz. Bâhusus Allah (ve kur’an) yolunda kendilerini hizmete adamış olan fakîrlere veriniz, ihlâsınız ve olgunluğunuz size gece gündüz, gizli veya açık farkını hissettirmeyecek kadar yüksek olsun. (Elmalılı tefsiri 2-228)
Minnet yüklemek, başa kakmak suretiyle; verdiğiniz kişiye ezâ vermekten, riyâdan ve nifaktan sakınıp Allah rızasını gözeterek ve kendinizi Allah yolundan ayrılmayan biri yapabilmek için gönül hoşluğu ile gücünüzün yettiği kadar en iyisinden vermek âdetiniz, huyunuz, melekeniz olsun da, her zaman ve her şekilde veriniz. Çünkü :
CÖMERT OLAN KAZANIYOR
وَسَارِعُواْ إِلَى مَغْفِرَةٍ مِّن رَّبِّكُمْ وَجَنَّةٍ عَرْضُهَا السَّمَاوَاتُ وَالأَرْضُ أُعِدَّتْ لِلْمُتَّقِينَ
Rabbinizin bağışına ve takvâ sahipleri için hazırlanmış olup genişliği gökler ve yer kadar olan cennete koşun! (Al-i İmran sh-68)
الَّذِينَ يُنفِقُونَ أَمْوَالَهُم بِاللَّيْلِ وَالنَّهَارِ سِرًّا وَعَلاَنِيَةً فَلَهُمْ أَجْرُهُمْ عِندَ رَبِّهِمْ وَلاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ
Mallarını gece gündüz, gizli ve âşıkar hayra sarfedenler var ya, onların mükâfatları, Rableri katındadır. Onlara hiçbir korku yoktur, onlar üzüntü de çekmeyeceklerdir. (Bakara sh-47 Elmalılı tefsiri 2-228)
Gece ve gündüz, dar zamanda ve bol zamanda.. Yani her vakit ve her şekilde infak yapabilmek melekesini kazanmış olanlar yok mu :
فَلَهُمْ أَجْرُهُمْ عِندَ رَبِّهِمْ
Bu infâkları sebebiyle bunların, Rabbül-âlemîn katında, kat kat mükâfatları vardır.
وَلاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ
Ve bunlara bir korku olmadığı gibi, hiçbir zaman mahzun da olmazlar.
“Verdiklerini dünya ve âhirette kat kat alırlar, bütün korkulardan selâmet bulurlar. Dünyada verdiklerine hüzün ve esef duymayıp memnun oldukları gibi âhirette de cimriler mahzun olurken, bunlar her türlü hüzün ve kederden uzak kalır, mes'ud olurlar” (Elmalılı tefsiri 2-230)
BU ÂYET-İ KERİME’NİN GELİŞ SEBEBİ
Hazret-i Ebu Bekir radıyallahu anh mâlik olduğu kırk bin dinarın :
on binini gece,
on binini gündüz,
on binini gizli,
on binini açıkça
olmak üzere birden tasadduk etmiş idi ve bu âyet-i kerime, o sebeple nâzil olduğu rivayet edilmiştir.
Hz. Ali radıyallahu anh dahi, dört dirhem gümüşten başka bir şeye mâlik değil iken, bunun birini gece, birini gündüz, birini gizli, birini de açıktan olmak üzere hepsini tasadduk etmiş idi.
Resulüllah aleyhisselam kendisine :
-Niye böyle yaptın? diye sorduğunda :
-Rabbimin va'dine hak kazanmak için, demiş, bunun üzerine Resulülah aleyhisselam :
Şüphesiz sen onu hak ettin! buyurmuştur.
Ki, bu âyet-i kerimenin geliş sebebi bu olduğu da rivayet edilmiştir.
Bir rivâyette de, Allah yolunda cihad için atlar besleyip, (vasıtalar hazırlayıp) buna masraf edenler hakkında nâzil olduğu kaydedilmiştir. Bu sebeple, Ebu Hüreyre (r.a) hazretleri, bakımlı bir at gördüğü zaman :
الَّذِينَ يُنفِقُونَ أَمْوَالَهُم بِاللَّيْلِ وَالنَّهَارِ سِرًّا وَعَلاَنِيَةً
âyet-i kerimesini okurmuş..
(Mühim ifade) :
“Bunlardan başka bu âyet-i kerimenin, bütün zamanlar ve bütün durumlar içinde zekat veren ve her hangi bir kimsenin muhtaç halini gördüğü vakit, hiç geciktirmeden derhal onun o ihtiyacını karşılayan ve başka bir zamana ertelemeyen kimseler hakkında” olup, bütün Müslümanları hayra koşmaya teşvik ve tergıb için nâzil olduğu da naklolunmuştur (Elm.alılı tefsiri 2-228)
Fahrüddin-i Râzî hazretleri Tefsir-i Kebir’inde :
Bu ayeti kerimenin, infâkla ilgili hükümleri beyan eden âyetlerin sonu olduğunda hiç şüphe yoktur. Bunda, infâk çeşitlerinin en mükemmel şekli açıklanmıştır» diyerek o da (mühim ifada kısmındaki) bu sonuncu rivâyeti tercih etmiştir. (Elm.alılı tefsiri 2-228)
“Dini ayakta tutma” emri istikametinde:
İlmi olanların ilmi ile, okuma imkânı olan geçlerin ders halkasına katılımı ile ve mâlî imkânı olanların maddî destekleriyle yürütülen her asırdaki KUR’AN hizmetlerini omuzlayan bu üç sınıf isimsiz kahramanlar için, bu âyet’i kerimelerin, ne büyük müjde teşkil ettiği, bir
düşünülmelidir.
H. Yılmaz / incemeseleler.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder