Laik bir Cumhuriyet devleti olan ülkemizde dini eğitim için resmi kuruluş diyanet olmasına rağmen, Milli Eğitim Bakanlığında Din ile ilgili tüm dersler neden Diyanet tarafından hazırlanmaz ya da en azından onaylanmaz? Gerçi diyanet işlerinde de ehli sünnet hassasiyeti kırmızı bir çizgi değil. O da başka bir mevzu. İnsan Hayat dergisinde ortaokul kitaplarındaki bir kaç yanlışa temas edilmiş.
Tevhid”, mânâ itibariyle “Birlemek, birkabul etmek” demek. Bir kimse Kelime-i tevhidi yani tevhid kelimesini söylemekle “Allah’ın bir olduğuna inandığını” açıklamış olur. Kelime-i tevhidin birinci kısmı olan “Lâ ilâhe illallah”m mânâsı “Allah’dan başka ilah yoktur” demektir. Bunu söylemekle “tevhid” yani Allah’ı birleme yerine gelmiş olur. Bunun bir de devamı var: “Muhammedün Resûlüllah”.
Dergimizin Haziran sayısında, “En azından doğru bilgiye saygı…” başlıklı yazımızda 4. sınıflarda ders olarak okutulan “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi” kitabındaki bazı yanlışlara işaret etmiştik. O yazımızda her ne kadar sadece 4. sınıfta okutulan “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi” kitabındaki yanlışlara işaret etmişsek de maalesef yanlışlar sadece bununla sınırlı değil. Daha üst sınıflarda okutulan “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi” kitaplarında da birçok yanlışlara rastlamak mümkün. Misal olmak üzere bu yazımızda da o yanlışların bir kısmına işaret etmek isteriz. Önce şunu hatırlayalım:
Bir kimsenin Müslüman olması/olabilmesi/sayılması için “Allah’dan başka ilah olmadığına ve Muhammed Aleyhisselam’m Allah’ın kulu ve peygamberi olduğuna” inanmış olması şarttır. Müslümanlar, bu inançlarını kelime-i tevhidi söyleyerek ifade ederler. Kelime-i tevhid, bilindiği gibi “Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlüllah” demektir. Öyleyse, bir kimsenin imanlı sayılması için “Muhammedün resûlüllah” demesi de şarttır. Bunun sebebi hikmeti nedir?
Buna benzer şöyle bir soru Hanefî mezhebinin imamı İmam-ı Âzam Hazretleri’ne sorulmuş: “Yâ imam, bir kimse Allah’a inansa da Muhammed Aleyhisselam’a inanmasa bu kişinin vaziyeti nedir?”
İmam-ı Âzam Hazretleri şöyle cevap vermiş: “Böyle bir şeyin olması mümkün değil. Çünkü, Allah’a inanan mutlaka onun peygamberine de inanır. Ama farzedelim ki böyle bir şey oldu da bir kimse Allah’a inandığı halde Hazreti Muhammed’e inanmadı… O zaman biz o kimsenin Allah’a da inanmadığına hükmederiz.”
Allah’ın peygamberine inanmamak Allah’a da inanmamak demek olduğundandır ki, İslam âlimleri tevhid kelimesinin, yani “Lâ ilâhe illallah”m devamında “Muhammedün Resûlüllah” da demişlerdir. Çünkü Kur’an-ı Kerim, Allah’ın peygamberine inanmamanın, Allah’ı da inkâr etmek olduğunu şu ayeti kerimeyle haber veriyor: “Allah’ı ve peygamberini inkar edenler, (Allah’a inanıp peygambere inanmamakla) Allah’la peygamberinin arasını ayırmak isterler.” (Nisâ sûresi, âyet:150)
Bu girişten sonra şimdi 5. sınıflarda okutulan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi kitabının 20-21. sahifelerinde geçen bir bilgiyi aktarmak istiyorum. Kitapta aynen şöyle deniliyor: “Kelime-i tevhidin söylenişi şöyledir: Lâ ilâhe illallah. Anlamı şudur: Allah’tan başka tanrı yoktur.”
Gördüğünüz gibi, Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu’nun, 20.05.2005 tarihli kararıyla 2005-2006 yılından itibaren 5 yıl süreyle ders kitabı olarak kabul ettiği bu kitapta, kelime-i tevhidin ikinci yarısı olan “Muhammedün Resûlüllah” kısmı yok. Gerçi kelime-i şehâdetten bahsedilirken “Eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlüh” diyerek Peygamberimiz’den bahsediliyor. Ama bu, herhalde bahsettiğimiz eksikliği ortadan kaldırmaz. Bu bir kişinin, “Allâhümme salli”yi eksik yazıp arkasından “Allâhümme bârik”i doğru yazmasına benzer ki bu da dinin bir yarısını bozmaya çalışmak olur.
İlköğretim çağındaki evlatlarımıza, kelime-i tevhidin yarısını öğretip yarısını öğretmemek, “Lâ ilâhe ilallah” dedirtip “Muhammedün resûlüllah” dedirtmemek de, basit bir mesele olarak ele alınmamalı diye düşünüyoruz. Zira kelime-i tevhid, kalpteki imânın kelimelerle dışa yansımasıdır.
Açık bir yanlış…
Bir de 6. sınıf Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi kitabına göz atıyoruz. İlk sahifede “Namaz Nedir ve Niçin Namaz Kılınır?” başlığı var. Okuyoruz, hemen ilk adımda bir yanlışla karşılaşıyoruz. Namaz hakkında şöyle bir tarif yapılmaya çalışılmış: “Bu ibâdet, duâ okuyarak bazı beden durumlarını kuralınca yineleyerek yapılır…” denilmiş.
Namazda dua okunuyorsa da aslolan namazda âyet okumaktır ve bu farzdır. Meselâ namazda okunan Sübhâneke bir duâdır ve okunması sünnettir. Ancak, farz dururken sünneti ele alarak, namazı âyet okuyarak değil de “Duâ okuyarak yapılan bir ibâdet olarak” tarif etmek elbette yanlıştır. Çünkü bir duâ olan Sübhâneke’yi okumayanın namazı olur; ama âyet okumayanın namazı olmaz.
Değerli okuyucular, bu sadece öğrencilere yanlış bilgi verildiğine bir misaldir. Böyle yanlışlar insanı sapkınlığa götürmez belki ama asıl büyük tehlike bunlar değil elbet. Bir de insanı sapkınlığa götüren tehlikeli bilgiler var. Şimdi de onların ne olduğuna bakalım.
Biliyoruz ki Allah’ın gönderdiği 4 büyük kitap var: Tevrat, Zebur, İncil ve Kur’an-ı Kerim… Ve yine biliyoruz ki, Kur’an-ı Kerim’den gayri diğer kitaplar insanlar tarafından değiştirilmiş ve ilâhîliğini kaybetmiştir. Dolayısıyla, günümüzdeki Tevrat, Zebur ve İnciller Allah’ın gönderdiği kutsal kitaplar değildir. Gerçek böyle olduğu halde, 6. sınıf Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi kitabında bakın ne deniliyor: “Kutsal kitaplar; Kur’an-Kerim, Tevrat, Zebur ve İncil’dir. Bu kitaplar günümüze kadar ulaşmıştır.” (Sa: 98)
İşte bu bilgi insanı sapkınlığa götürür ve kabul edilemez bir bilgidir. Çünkü Allah’ın gönderdiği Tevrat, Zebur ve İncil, günümüze kadar ulaşmış olmayıp insanlar tarafından bozulmuştur. İnsan eli ile bozulmuş olan bir kitap da asla Allah kelamı olarak kabul edilemez… Bütün dünyanın bildiği ve kabul ettiği gerçek böyle olmasına rağmen bu bilinmiyormuş gibi, “Kutsal Kitaplardan Öğütler” başlığı altında, Allah kelamı olmaktan çıkmış olan şimdiki bozuk İncil ve Tevratlardan örnekler verilmektedir. (Sa: 98…)
Tevrat, Zebur ve İndilerin kutsal kitaplar olduğu yazılmış ama şimdi bu isimlerle elde bulunan kitapların Allah’ın indirdiği kutsal kitaplar olmadığına dair tek kelime edilmiyor. Oysa bu yanlış, çocuklarımızı ebedî felâkete götürecek tehlikeli bir durumdur. Çünkü İslam inancına göre, Allah kelamı olan bir kitabın Allah kelamı olduğunu kabul etmemek, insanı nasıl iman dairesinden çıkarırsa, Allah kelamı olmayan bir kitabı Allah kelamı kabul etmek de aynıdır. Bu durumda, bu kitapları okuyan yavrularımız îmânî bakımdan çok ciddî bir tehlike ile karşı karşıya bulunuyorlar.
Bir yanlış daha…
7. sınıf Din Kültürü kitabında Kurban hakkında şu bilgi veriliyor: “İnsanlık tarihinde, hemen hemen bütün toplumlarda kurban geleneği vardır. Bu geleneğe göre önceleri, ilkel toplumlarda doğaüstü güçlere hayvan, yiyecek ve içecekler sunulmuştur……Bu tür yanlış uygulamalar ilâhî dinler tarafından yasaklanmıştır.” (Sa: 51)
Buna ne demeli bilmem…
Müslüman birinin yazmadığı bir metinden alıntı mı sorusunu akla getiriyor. Çünkü biz biliyoruz ki Âdem Aleyhisselam hem ilk peygamber hem de ilk insandır. Öyleyse ilk peygamber olan Âdem Aleyhisselam’a onun evlatlarına mı ilkel toplumlar deniliyor? Hâşâ Hazreti Âdem mi doğaüstü güçlere hayvan, yiyecek ve içecek sunuyordu? Yok, eğer Âdem Aleyhisselam’dan sonrakilere ilkel deniliyorsa o zaman da akla “İnsanlar zaman geçtikçe ilkelleştiler mi?” sorusu gelir. Bu durumda ilkel toplum diye kimlere deniliyor? Yoksa bu cümle evrime inanan, neslinin maymundan türediğine inanan biri tarafından mı yazılmıştı?
Bir de “Bu tür yanlış uygulamalar ilâhî dinler tarafından yasaklanmıştır” deniliyor. Bu bilgili kabul etmek de imkânsız. Çünkü Hazreti Âdem ilk insan ve ilk peygamber olup ilâhî din de onunla başlamıştır. Ondan önce insanlar olmalı ki, o insanların yanlışlarını Hazreti Âdem’in tebliğ ettiği ilâhî din yasaklamış olsun…
Bir de “Bu tür yanlış uygulamalar ilâhî dinler tarafından yasaklanmıştır” deniliyor. Bu bilgili kabul etmek de imkânsız. Çünkü Hazreti Âdem ilk insan ve ilk peygamber olup ilâhî din de onunla başlamıştır. Ondan önce insanlar olmalı ki, o insanların yanlışlarını Hazreti Âdem’in tebliğ ettiği ilâhî din yasaklamış olsun…
Bu arada, “İlâhî dinler” ifadesinin yanlış olduğunu da hatırlatmış olalım: Allah (c.c.) kendisi de tek, onun dini de tektir. Onun için, çeşit çeşit “İlâhî dinler” yok, tek “İlâhî din” vardır, o da İslamdır…
Bahsettiğimiz ders kitabında şu cümlelere de rastlıyoruz: “Allah zaman zaman peygamberler ve kutsal kitaplar göndererek insanları doğru yola iletmek istemiştir. Böylece tarih boyunca Yahudilik, Hıristiyanlık, İslâmiyet gibi çeşitli dinler ortaya çıkmıştır.” Bu cümlelere de itiraz mecburiyetimiz var. Çünkü Allah’ın -hâşâ-İslâmiyetin dışında Yahudilik, Hıristiyanlık adında çeşitli dinleri yoktur ve bu dinler insanları doğru yola getirmiş de değillerdir. Yegâne hak din İslam’dır. Yahudilik ve Hıristiyanlık ise, Hazreti Musa ve Hazreti İsa’nın tebliğ ettiği hak dinin bozulmuş şeklinin ismidir.
Meselenin gerçek yüzü merak konusu…
Bir de şu cümleye bakınız: “Kur’an, İncil’in insanları doğru yola iletmek için gönderilen bir rehber ve öğüt olduğunu bildirir.”
İyi ama Kur’an’m bahsettiği bu İncil hangi İncil’dir? Allah’ın gönderdiği orijinal İncil değil mi? Hani şimdi nerede o? İnsanları doğru yola ileten İncilin, şimdi Hıristiyanların elindeki İnciller olmadığına niçin dikkat çekilmediği cidden meraka değer… Bu ders kitaplarında böyle yanlışların bol bol sergilenmesi ise ayrı bir merak konusu. Acaba diyor insan, bunun sebebi bilgi eksikliği mi yoksa başka bir şey mi?
Kaynak: İnsan ve Hayat
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder